Seylan Kandak*
Bahar sonunda güler yüzünü gösterdi. Paris’in inatçı havası yumuşadı, her köşede ağaçlar yeşillendi, parklar çiçeklendi, havanın kokusu güzelleşti. Bahar aylarında Paris´te yapılabilecek en güzel aktivitelerden biri Georges Pompidou Modern Sanat Müzesi´nin, giriş bölümündeki geniş avluda bir kahve içip sokak sanatçılarının performanslarını izlemek ve ardından müzeye girip eserlerin veya güncel sergilerin tadını çıkarmak. Pandemi dolayısıyla müzeler uzun süredir kapalı olduğundan, sizinle fiziksel bir sergi yerine Pompidou Modern Sanat Müzesi´nin tarihinde düzenlediği ilk sanal gerçeklik sergisiyle ilgili izlenimlerimi paylaşmak istiyorum.
İçerik olarak müzenin kendi koleksiyonuna ait, Joan Miro´nun Mavi I, Mavi II ve Mavi III [Bleu I, Bleu II et Bleu III] adlı üç eserinden oluşan triptik eser seçilmiş. Sergide, eser sayısından ziyade eserle ilgili kapsamlı ve çok yönlü bilgiler ön planda. Kanımca, ekran üzerinden izlediğimiz eserlerin malzemesini, dokusunu, büyüklüğünü hakkıyla tadamayacağımız ve görsel boyut olarak ekranımızı aşamayacağımız için, eserin sanat tarihindeki yerini, hikayesini öğrenmek ve sanatçının derdini anlamaya çalışmak bize farklı bir keyif verecektir. Bu açıdan bakıldığında, yazılı içerik anlamında, müzenin sunduğu sanal sergi beklentimi karşılıyor. Sergide kronolojik bir zaman çizelgesinde sanatçının hayatındaki önemli tarihler, sanatçının özet biyografisi, ayrı bir içerikte eserlerin detaylı tanıtımı, sanatçının benzer işleriyle karşılaştırmalar, sanatçının yorumları, sergi röportajları gibi çok yönlü okumalara müsaade eden segmentler mevcut.
Girişte bizi Miro´nun iş üretirken görüldüğü bir portre fotoğrafı ve serginin başlığı karşılıyor: Joan Miro; Bleu I, Bleu II, Bleu III [Mavi I, Mavi II, Mavi III]. Fareyle sol tarafa yöneldiğimizde, kronolojik bir zaman çizelgesinde sanatçının hayatındaki önemli dönüm noktaları, sağ tarafa döndüğümüzdeyse aynı müzede sanatçıya adanan farklı sergilerin afişleri ve sponsor listesini göreceğiz. Hemen ikinci planda, Katalan sanatçı Joan Miro´nun kısa biyografisi yer alıyor. Üçüncü planda Miro´nun birkaç fotoğrafı ve triptik eserin genel tanıtımı bulunuyor. Arka planda serginin esas konusu olan üçlemenin bulunduğu bir oda yer alıyor. Sanal odaya girdiğimizde üç dev mavi resim ve her birinin açıklama metni karşılıyor bizi.
Akıllı telefon, tablet veya bilgisayar aracılığıyla gezilebilen sanal mekân üç boyutlu ve gerçekçi çalışılmış. Şimdiye dek bilgisayar oyunlarına has olan bu teknolojinin özelliği, 360 derece teknolojisinden farklı olarak, 3D (3 boyutlu) sanal gerçeklik sayesinde ziyaretçiye tamamen serbest dolaşım imkanı sunması (3DoF – degree of freedom). Georges Pompidou Müzesi´nin geniş camekanlarından görülen Paris manzarasından tutun da içerideki yer kaplamalarına, binanın sembolü olan mimari öğelerden (bu binada duvarların içine gömülmesini bekleyeceğimiz havalandırma, elektrik ve su boruları tamamen açıktan geçiyor) müze duvarlarına kadar her şey aslına uygun şekilde üç boyutlu hale getirilmiş. Bence sergiyi gezen birkaç tane sanal ziyaretçi de görebilsek, hem kendimizi daha gerçekçi bir ortamda hisseder hem de eser boyutlarını daha iyi kavrayabilirdik.
Gelelim eserlerin görsellerine. Yeni teknolojiyle sergi alanı içinde serbest dolaşım olanağı sunulmasına rağmen malzemeyi ve obje olarak eseri incelemeyi seven ziyaretçilerin sanal görsellerden tatmin olması zor. Eserlere yüksek çözünürlükte zoom yaparken imaj belirli bir noktada pikselleşmeye başlıyor. Tam sanatçının fırça darbelerini görme ihtimaline heyecanlanırken gördüğünüz hafif flulaşma ve pikselleşme hevesinizi kursağınızda bırakıyor. Doğrusu bence teknolojinin doludizgin ilerlediği 2021 yılında, imajların biraz daha büyütülmesi mümkün olabilmeliydi.
Miro’nun eserleri hem içerik hem de renk, kompozisyon ve stil olarak büyüleyici. İzleyiciyi kolay yakalayan formlar ve çizgiler derinliklerinde çözümlemedi zor içerikler saklıyor. Fiziksel olarak boyumuzu aşan ölçülerde işlerle karşılaştığımızda doğal olarak etkilenir, adeta bulunduğumuz gerçeklikten eserin bulunduğu dünyaya geçiş yapar ve eserin derinliklerine dalarız. Üç Mavi’nin her biri bizi şaşırtacak ölçülerde çalışılşış.. Devasa diyebileceğimiz boyutlardaki eserlerin her biri 270 cm x 355 cm. Bir ekran aracılığıyla izlediğimizde aynı etkiyi vermese bile, eserleri canlı görmüş bir sanatsever olarak, Üç Mavi’nin, karşılaştığınız anda sizi çarpan, içine çeken ve uzun süre sizi etkisinde bırakan resimler olduklarını söyleyebilirim. Ressamın şövalesine sığmayan büyük boyutlu işler, izleyiciyi yaklaşma mesafesi açısından zorladığı gibi sanatçı için de üretimi meşakkatli bir sürece sahip oluyor. Sanatçı-eser mücadelesini hayal edebilmek için resimler gerçekleştirilirken sanatçının bedeninin girdiği pozisyonları, kullandığı yardımcı aletleri, el, bilek ve vücut hareketlerini, malzeme miktarını ve hazırlığını düşünmek yeterli. Miro da Üç Mavi eserinden bahsederken, yaşadığı fiziksel zorlukları kendini tüketen bir kavga olarak tanımlıyor.*Sergideki eserleri değerlendirirken sanatçıyla empati kurmak, bizi süreci anlamak ve takdir etmek açısından ileri taşıyabilir.
Mavi, Miro`nun 20`li yıllardan beri, düş, sessizlik, deniz, gökyüzü, gece gibi betimlemeler ve metaforik anlatımlar için sıklıkla kullandığı bir renk. 1925 yılında Miro, maviye dair bir tablosunda, mavi bir lekenin altına : “Bu düşlerimin rengidir.” Diye yazıyor.
1960`lara gelindiğinde Miro, hem Mayorka´daki yeni atölyesinde dev boyutlu çalışmalar üretmeye başlar hem de mavi rengi artık temsili öğelere, betimlemelere atfen değil, gerçek soyutlamaya, rengin renk için kullanımına yönelik değerlendirir. Miro’nun mavisi yumuşak ve dokuludur. Hem derinlikli, koyu bir tondadır hem de iç açıcı bir aydınlık sunar. Sanatçının dışavurumcu hareketlerini tuval üzerindeki izlerden anlayabiliriz. Miro tüm varlığıyla çalışır, bazen işine bedenen dahil olur, elleriyle, parmaklarıyla çalışır bazen de fırça, spatula, tahta parçası, bez gibi aletler kullanır.
Avangart sanatçıların tamamen soyuta geçtiği, renk ve formları ön plana çıkardığı 50`lerin sonunda ve 60`ların başında, bu soyut dışavurumcu yaklaşım dönemin en önemli akımı sayılır. Miro’nun Üç Mavi’si de hem boyut hem de yapılış şekli itibari ile dönemin sanat modasına gönderme yapıyor.
Mavi bir mekan, zamansız ve boyutsuz bir boşlukta salınan, hizaya sokulmamış dairesel lekeler, belli belirsiz incecik bir çizgi ve kırmızı, aykırı bir form görüyoruz. Resimlere bir hikaye yazmaya gerek yok. Belli ki sanatçı yorumu herkesin kendi iç dünyasına bırakmış ama tablolara isim koyduğuna göre sırasıyla incelemek önemli. Hızlıca göz gezdirince bile kompozisyon bağlamında oluşan dizgiyi farketmek mümkün. İlk tablodaki kuşbakışı dağınık yıldızları andıran karmaşa, ikinci tabloda bir ritim buluyor, üçüncü tablodaysa sanki devam eden hareketin bitişini yakalıyoruz.
Mavi alan dışında (fon demiyorum çünkü kanımca mavi, tablonun kendisi) Miro, yalnızca siyah ve kırmızı renkleri kullanmış. Bu ikincil ama karakterli renkler mavinin baskın gücünü arttırıyor. İlk tabloda gördüğümüz siyah tampon izlerinin yani sekiz dairesel lekenin konturları net değil. Yoğunlukları, formları ve dolayısıyla verdikleri yakınlık algısı birbirinden farklı. Siyah lekeler, maviye boyut kazandırıyor. Kalın gövdeli kırmızı biçimse lekelerle dans ederek bir zıtlık yaratıyor. Miro da, soyut resmin öncülerinden Piet Mondrian gibi, tablosunu bir noktadan, bir renkten veya bir lekeden yola çıkarak oluşturmaya başlıyor ve eklediği her öğeyi öncekilerle ilişkilendirerek, bir diyalog ağı örerek kompozisyon oluşturuyor.
Üçlemenin ilk parçası olan Bleu I resmindeki lekeler topluluğu, siyah, incecik, zarif bir yol çizgisiyle neredeyse çaprazlama ikiye bölünüyor. Lekelerin üçü bir yanda, kırmızı öğe ve kalan beş leke diğer yanda yer alıyor. Acaba bu çizgi ve lekelerin ilişkisi bize ne söylüyor ? Önemli olan boşlukta dans eden lekeler, renkler ve çizginin birbiriyle olan ilişkisi mi yoksa daha geniş çerçeveden bakınca evrendeki oluşumların uzamları, doğadaki canlıların ve bizim, doğum, yaşam ve ölümümüzdeki basit düzen mi anlatılmak istenen? Kendi söylemine göre Miro’nun asıl amacı metafizik bir araştırma yapmak. Miro’ya göre, formların sürekli değişimi, dönüşümü ortaya öğelerin görünümleri ardına saklanmış primitif bir enerji çıkarıyor.* Bu enerji, izleyiciyle eser arasında güçlü bir bağ kurulmasını sağlıyor.
İkinci tablo, Bleu II, daha düzenli ve daha ritmik. Tesadüflere bırakılmamış bir kompozisyon görüyoruz. Büyüklü küçüklü 12 siyah leke kendi içinde bir ahenk yakalamış, sanki aceleyle sıraya girmişler. Aksak bir caz ritmi gibi önümüzde salınırken, birden kırmızı bir mızrak, bir ölüm çığlığı, maviye saplanan bir acı resmi delip geçiyor. Bu kırmızılık ahengi bozuyor, düzeni kırıyor ve bizi şaşırtıyor. Kırmızı ve siyah öğelerin farklı doğaları olduğunu yapılış tarzlarındaki aykırıktan da anlamak mümkün. Siyah öğelerin kenarları net oysa kırmızı lekenin etrafında püskürtme, sıçrama izleri görüyüruz. Bu asi kırmızılığı Miro´nun önceki resimlerinden tanıyoruz. Sanatçı eserlerinde bu biçimde çalışılmış kırmızı rengi bazen ölüm bazen umut tasviri için kullanır.
Üçüncü tablo, Bleu III, triptik içinde en minimalist olanı. Katalan sanatçının eserinde, denizini, gökyüzünü, sonsuzluğu çağrıştıran derin mavilik dışında yalnızca üç kompozisyon öğesi bulunuyor. Miro, tabloları sırayla okumamızı istediğine göre, ilk tablodakine gönderme yapan ince çizgibu kez tablodan taşmıyor, başı sonu belli. Sol tarafı sanki ucu kıvrık bir iplik gibi, sağ tarafı ise kırmızı degrade bir basıyla durdurulmuş. Tek başına olmasına rağmen siyah leke şimdiye kadar gördüklerimizin en güçlüsü çünkü net, kesin ve kararlı. Tabloda delik varmış izlenimi yaratıyor. Eserin sonlandığını, kendinin son taş, son oyuncu olduğunu bildiriyor. Miro, bir resmin kıvılcım gibi, şiir gibi az, öz ve ani bir vuruculukta olması gerektiğine inanır. Bu nedenle sanatçının 69 yaşında yaptığı mavilerin, gereksiz fazlalıklardan arındırılmış, duru ve yalın olmasına şaşmamak gerekir.
Joan Miro`nun torunu Joan Punyet Miro, bu eserler serisi için düşüncenin gelişimi tabirini kullanıyor. Kendisine göre, ilk tablodaki kuş bakışı yıldızlar ve evren kesiti, ikinci tabloda sonsuzluğa giden bir kalıcılığa dönüşmüşken ölümle durduruluyor. Dik inen kırmızılık, bakışımızı ve ahenkli şiiri durduruyor diyor. Üçüncü tablo ise genç Miro`ya göre, hayatın şeması. Bu şemada ince bir çizgiyle tasvir edilen hayat, kırmızı noktaya vardığında, kişinin evrende bir yıldıza dönüşümüyle sonlanıyor. Sağ alt köşede ise ölümü temsil eden kara delik göze çarpıyor.
Belki de bu tabloların anlamını kavramak için sanatçının eserlerine dönmek gerekir zira Miro’nun 69 yaşında gerçekleştirdiği bu triptik, yıllarca süren bir düşünme halinin ve yaratım sürecinin bir sonucu. Miro`nun sanatının; kullandığı renkler, formlar, kendine özgü çizgisi ve kompozisyonlarının şiirselliği sebebiyle ilk bakışta basit ve çocuksu olarak algılanması doğal. Ancak diktatörlük görmüş, sürgün yaşamış Katalan bir sanatçının, içinde büyük fırtınalar koptuğunu düşünmek, çocuksu ve basite indirgenmiş anlatımının yaşadığı acıları anlatabilmek için bir yol, bir dil olduğunu takdir etmek ve işlerini bu bağlamda okumaya çalışmak yersiz olmaz.
Georges Charbonnier ile yaptığı röportajda Miro, büyük boyutlu resimler yaparak resimle ve dolayısıyla izleyici ile fiziksel temas kurmak istediğini söyler. İşlediği konular ve tarzını entelektüel değil direkt olarak niteler. Bu direkt yaklaşım olgunluk döneminde sanatçının obje olarak da resimleriyle mücadelesine dönüşüyor. Miro, karşı-resim olarak adlandırdığı Yanmış Tuvaller serisinde, tablolarını bir yandan oluştururken, grafik elemanlar arasında ilişkiler kurarken bir yandan da tuvallerini, bıçakla yaralıyor, üzerinde yürüyor, benzin döküp yakıyor. Bu ritüel aslında malzemeci bir yaklaşım zira sanatçı resmi değiştirirken, yaktığı resim malzemesini de dönüştürüyor. Yanma, kesilme, ezilme, işlemleri sırasında resmin bir kısmı kaybolurken bir takım yeni izler, yeni yaşanmışlıklar da esere ekleniyor. Bu protokolü birkaç kez tekrar ettikten sonra hangi aşamada tatmin olup eserinin tamamlanmış olduğuna kanaat getiriyor derseniz, bence yaşlı bir adam bir tuvalden hırsını ne noktada çıkarabiliyorsa, o zaman!
* « Propos de Joan Miró », L’Œil, n° 79-80, juillet-août 1961, p. 18 [Joan Miró hakkında, Göz, no. 79-80, temmuz-ağustos 1961, s.18 ] https://www.centrepompidou.fr/fr/exposition-miro-vr-bleu-ii
* « Il est étonnant, et pourtant significatif, que j’aie terminé ce tableau le jour même où ce pauvre garçon, Salvador Puig Antich, a été exécuté au moyen du lacet étrangleur. […] une ligne noire sur fond blanchâtre, une ligne noire comme un fil que quelqu’un coupe car il a la force mais aucune pitié. » (Bu tabloyu, zavallı genç Salvador Puig Antich´in boğularak infaz edildiği gün bitirmiş olmam şaşırtıcı ama anlamlı. […] beyazımsı fon üzerinde siyah bir çizgi, güçlü ama acımasız biri tarafından kesilmiş bir ip gibi duran siyah çizgi.
* Bauvais Anne, Draguet Michel, Goormans Claude, M. Minguet Bqtllori Joan, Taillandier Yvon, « Joan Miró peintre-poète » [Joan Miro ressam-şair], ING Belgique, s. 207