Ödüllü Yönetmen Burcu Aykar Sosyete Art’la Buluştu

  1. Özel Üsküdar Amerikan Kız Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden mezun olduktan sonra İngiltere’de University of Southampton Film Kuramı Yüksek Lisans yaptınız. Kariyeriniz için eğitimin faydası nedir?

Aslında ergenlikte yönetmen olma isteğimi dile getiriyordum. Sonra bu noktaya ulaşmak için, eğitim ve meslek hayatımda biraz dolambaçlı bir yol izledim. Yola sinema yazarlığı ile başladım. Film dağıtımcılığı yaptığım dönem sektörün farklı yönlerini tanıma fırsatım oldu. Aslında esas isteğim film yapmaktı hep. Psikoloji ile sinemanın malzemesi ortak, insan. Bu anlamda güzel bir altyapı oluşturmuş olabilir. Film Kuramı eğitimi de filmlerle anlam üretmeye dair bir bilgi birikimi sağlıyor. Daha sonra film yaparken, neyi, neden ve nasıl anlatmak istediğim konusunda net fikirlere sahip olmama yardımcı olmuştur muhakkak.

Bana çekici gelen, sadece sinemayla anlatılabilecek, muğlak anları yakalamak ve atmosfer yaratmak. Gündelik hayatta çok da üzerinde durulmayan ayrıntılara odaklanmayı, bu anları büyüterek, o anlar içinde derinleşmeyi seviyorum. O yüzden yola çıkarken beni kamçılayan bir ruh hali oluyor. Gri, gölgeli alanlar, kelimelerle ifade edildiğinde büyüsünü ve cazibesini kaybeden ve tanımlanmaktan daha da uzaklaşan duygusal haller ilgimi çekiyor. “Doğum”da, doğum sonrası depresyonu yaşayan bir kadının ruh halinin gündelik hayattaki izlerini sürmeye çalışmıştık. Daha ketum, üzerine düşünmeyi gerektiren, bakıldıkça, kazıldıkça kendini biraz daha ele veren sahneler yaratmayı seviyorum. Çok net tanımlar, cevaplar yok hayatta benim için. Her şey biraz sisli puslu görünüyor. Bu karmaşıklığı, kolay idrak edilememe halini taşımaya çalışıyorum filme de. “Ölüm”de de, ölüm fikriyle ilk kez karşılaşan 7 yaşında bir çocuğu takip etmiştik. Onun oyunlu, naif dünyasına bu his nasıl sızar, bu sızma halinin izlerini nerelerde görebiliriz, bunun üzerine çalışmıştık.

“Ablam” filmi için ise öyküyle kurduğum bağ ve hissettiğim yakınlık, çıkış noktası oldu. Elif Türkölmez’in “Anne Kız, Harikasın” adlı kitabındaki “Ablam” hikayesini okuyup çok etkilendim. Çok duru ve çarpıcı bir öykü, iki buçuk sayfaya çok katmanlı bir duygular dünyası ve sinematografik anlar sığdırmış Elif. Hikayenin her duygu ve davranışı açıklamaması, okuyana bazı ipuçları vererek kendi öyküsünü kurmaya izin vermesini çok ilham verici buldum. Benim izlemeyi sevdiğim ve yapmak istediğim filmler de, tüm açık uçları toparlamaya çalışmayan, seyircinin de aktif olarak filmin yaratma sürecine katıldığı, izleyenin hayal gücünü kullanmasını teşvik eden filmler. Bu açıdan hikayeyle bir yakınlık buldum, bağ kurdum ve bunu hayata geçirmeliyim hissine kapıldım.

Bu yıl Mart ayında, okuyup çok etkilendiğim bir romandan uzun metrajlı bir film yapmaya karar vermiştim. Tam o sırada pandemi tüm yaşamımızı altüst etti. Eve kapanmak zorunda olmak, yazmaya odaklanmak için bir fırsat gibi görünse de, tüm dünyanın başına gelen bu büyük bela, yaşanan kayıplar, hastalıklar yazmaya odaklanmayı zorlaştırdı haliyle. Hayatın tüm alanları gibi, sinema sektörü de çok etkilendi pandemiden. Gelecek de belirsizliklerle dolu. Hayatımız, mesleki hayatımız nasıl olacak, kestiremiyoruz. Uzun metrajlı bir film yapmaya karar vermek, 3-4 yıl sürecek bir yolculuğa çıkmak anlamına geliyor. Bu kadar belirsizliğin hüküm sürdüğü bir dönemde böyle uzun soluklu planlar yapma motivasyonu bulmak haliyle zor. Ama umut verecek bir şeylere de tutunmak gerekiyor. Bu yeni film üzerine çalışabildiğim, çalışmanın içinde kaybolabildiğim zamanlar daha iyi hissediyorum.

Çok teşekkürler… Başarılı olarak tarif etmeyeyim ama benim izlemeyi sevdiğim türde filmler, sinema dili ve sanatı üzerine düşünen ve düşündüren filmler. Bir meseleye dair yeni bir söz üretebilen, bunca hikaye anlatıldıktan sonra konu ettiği meseleye dair anlatılmamış, taze bir açı bulabilen filmler. Yaşama dair yüzleşmelerin önünü açan, kıymetli sorular soran ve sorduran ve cevaplar vermektense izleyicinin hayal gücüne alan bırakan filmler.

Film yapmak gibi, filmler üzerine yazmak da anlam arayışının bir yolu olarak görünüyor bana. 2000 yılından bu yana, giderek yoğunluğu benim için çok azalsa da, film eleştirileri yazıyorum. Eleştiri yazmanın ve okumanın, nasıl filmler yapmak istediğime karar vermek konusunda çok yardımcı olduğunu söyleyebilirim. Filmler üzerine yazmak ve film yapmak, birbirini besleyip zenginleştiriyor. Ne yazık ki meslek hayatım içinde, çalıştığım iki sinema dergisinin kapandığına tanık oldum. Sinema yazarı olarak hayatını kazanmak neredeyse imkansız hale geldi. Elimizde kalan yayınları korumak için çaba harcamalıyız diye düşünüyorum. İyi bir eleştiri kurumunun varlığı, daha iyi filmler yapılmasının önünü açacak en önemli etkenlerden biri.

Bu tip sorulara cevap vermek benim için zor oluyor ama sevdiğim, filmlerini referans aldığım, dönüp dönüp izlediğim yönetmenler olarak Lucrecia Martel, Lynne Ramsay, Andrea Arnold, Kelly Reichardt ve Jane Campion’ı söyleyebilirim. Yazar olarak da Sevgi Soysal, Leyla Erbil, Sevim Burak’ı sayabilirim. Elif Türkölmez, Cahide Birgül ruhsal ortaklık hissettiğim yazarlar. Müzik için isim vermek zor, her dönem dinlediklerim değişiyor. Bazen tek bir şarkı oluyor bu; “Ablam”da kullandığımız, bir Sezen Aksu bestesi olan, Ferdi Özbeğen’in söylediği “Büklüm Büklüm”ü dinliyordum bir ara sürekli. Etkilendiğim bir filmden sonra filmin soundtrack’ine saplanıp kaldığım olur. İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Belgesel Yarışması bölümünde müthiş bir belgesel seyrettim dün, “Mimaroğlu.” Şimdi bir süre İlhan Mimaroğlu ile geçecek, biliyorum. Pandemi boyunca Bandista şarkıları iyi geldi. Seyyan Hanım’ın tangoları, Küba müziği, 60-70-80-90’lar Türkçe popüler müziğine dönüp dururum. Son haftalarda çalışırken Thelonious Monk’un “Palo Alto” albümünü dinlemek iyi geldi mesela.

Exit mobile version