Sultan Yavuz*
Banyodaki yalnız karıncayı öldürdüm, ardından ağıt yazdım
Karıncaları, yalnız dolaşırken görmeye alışık değilim; hele söz konusu olan, alışkın olduğum, küçük, sevimli ve genelde gündüzleri dolaşan karıncalardan farklıysa. Bu karınca, büyük ve sarıyla kırmızının karışımı. Belki de kızıl demek daha doğru olur. Yakından bakıldığında o kocaman ve tırtıklı kıskaçlarını görebilirsiniz. Evet, bahçede onun gibilerini görürdüm ama banyomuza kadar gelme cesareti vardı, üstelik yalnız.
Gecenin o vaktinde ne aradığını merak ettim doğrusu. Hem neden mutfak değil? Tamam diğer odalar da olabilir. Halının üstünde kırıntılar olabilir ve belki yiyecek bir şeyler. Çekirdek kabuğu, yarım çikolata, tabakta kalan tatlı şeftali suyu… Aslında, öğretilenin aksine, oldukça pis olduklarını ispatlatacak bir tuvalette de görebilirdim. Ama neden banyodaydı? Onca yolu aşıp, banyoya ne için gelmişti sanki?
İri bir türdendi, daha küçük karıncalar ve başka böcekler, ondan korkabilirdi. Belki yaraladığı ya da öldürdüğü canlılar olmuştu. Ne kadar zamandır hayatta olduğunu düşündüm, yanıt veremedim.
Bana ve banyoya göre çok küçük sayılan hatta özellikle yanına gelip bakmazsan göremeyeceğin, sarımtırak, kolumdaki tüyler kadar ince olan o bacaklar -ayakları saymıyorum bile- nasıl gezmişti beyaz fayansları, pembe ayak havlusunu ve sarı-kahverengi paspası. Tek bir fayans tanesi kim bilir kaç katıydı ve bir Mevlevi gibi dönüp duruyordu, aynı bölgede.
Belki de bana gönderilmişti, sırf bir anlama sahipmiş ya da ben ona bir anlam yüklemeliymişim gibi.
Onu ilk gördüğümde, küçük bir tuvalet kâğıdı parçasının yanındaydı. Rengi, o beyaz kâğıdı nasıl da beyaz kılıyordu. İki ayak ötemdeydi, yanıma gelmez diye düşünmüştüm. Musluğu açtım, su hızlı akınca beyaz olur, bu su da beyazdı. Tuvalet kâğıdı, fayans, banyo tavanı ve geceliğim gibi ve saçımdaki yaklaşık yedi tel beyaz saç gibi. Kar gibi, buzdolabımız ve temiz defter kağıdı gibi, adi beyaz peynir gibi banyoda gördüğüm bu beyazlıklar daha çok, ırkçılara benziyordu…
Renk, onları öylesine birleştiriyordu ki, sanki diğer renkteki her şeyi dışlayan, aynılaşmış bir kibre sahiptiler. İki avucumun içine aldım beyaz suyu, saydamlaşmadan yüzüme çarptım ve yine tekrarladım. O kadar hızlıydım ki! Musluğu kapadım. O an bir şey hissettim, tam sol diz kapağımın üstünde. Ani bir refleksle sol elimle o şeyi hızla ittim ve eskisinden daha uzağa fırlattım. Karıncada şok etkisi yarattı elim.
Sara nöbeti geçiren komşuma benziyordu. İkimizden de tiksindim önce. Sonra titredim ve garip bir hisse kapıldım. Bana ne yapabilirdi sanki? Üstü çiçekli, pembe, plastik ve otuz sekiz numara banyo terliğini aynı hızla alıp, yine sol elimle karıncaya vurdum. İlkinde ölmedi, üst kısmı terliğin altına yapışmıştı ve can havliyle çırpınıyordu. Katiller, ilk bıçak darbesinden sonra, gördükleri karşısında tiksinti duydukları için mi, daha bir hız ve güçle vururlar diğer darbeleri? İkinci vuruşumu yaptım, yaşam belirtisi yoktu. Kısa bir an baktım ve suçu, beyazlara atmak istedim.
*Gazeteci, Yazar