“ROMANTİK MUAMMA” ya da YÜZLERCE YILDIR ÇÖZÜLEMEYEN bir BİLMECE
Aynur Demircan*
Besim Dellaloğlu’nun yazdığı ve Bağlam Yayınevi tarafından yayınlanan Romantik Muamma, Romantizm ekolü üzerindeki sis perdesini aralarken, aynı zamanda Romantizme ilişkin yanlış bildiklerimize de bir ışık tutma hevesi ile yazılmış bir kitap denilebilir.Okuması kolay, yormayan ve keyifli bir kitap. Üstelik Romantizmi de adı üzerinde, hem kendisi hem de okuyucu için bir muammaya dönüştürmüş ve bundan da pek şikayeti yok gibi. Hoş, kitabın başlığından zaten bizi karmaşık ve bulanık bir romantizm tanımının ya da tanımlarının beklediğini çıkarsamak zor değil.
Kitap dört bölümden oluşmakta: İçerik, Biçim, Öykü ve Ekler. Erken Alman Romantiklere vurgu yapılarak, Jena Romantikleri ve bu çevreden etkilendikleri eserlerinde bariz olan bir kısım edebiyatçının yapıtlarından örneklere yer verilerek, bir Romantizm tablosu çıkarılmaya çalışılmış. Romantizmin, aklı ikinci plana attığı düşünülen ve saf bir duygu işi olarak algılanmasındaki yanlışlığı gösterme derdindeki Dellaloğlu, bunu eleştiri ve Romantizm ekolünün yapışık kardeşler gibi olduğunu söyleyerek, bilincin ne denli önemli sayıldığını işaret ederek, gerçekleştirmeye çabalar. Tam da bu noktada Dellaloğlu’na göre tiyatro bir ikili karşıtlıklar ve zıtlıkların birliğidir. İmkansızı gerçek kılmaya çalışan ancak bunun imkansızlığının da son derece farkında bir olaydır; ilahi esrimeyle gerçekleşe, sınırlarının farkında olup sınırsızlığın peşine düşen, pratik ancak bir o kadar da felsefi bir durumdur, hatta bir yaşam biçimidir.
İçerik kısmında Felsefi Romantizm üzerine eğilen yazar, nesne ve özne arasındaki gerilime romantizmin getirdiği çareleri arayarak başlar. Nesne, ya da sanat yapıtı Romantikler için, yaratıcısını aşabilecek kudrette ondan daha büyük bir yaratımdır. Sanatçı, kendi ürettiği yapıt kadar mukaddes ya da mükemmel değildir. Bu noktada Kant’a değinen Dellaloğlu, Kant’ın kartezyen özneden daha gelişkin bir özne olmasına, romantiklerin dünyasına seslenen felsefi görüşleri ile cesaretlendirici ve harekete geçirici bir kişi olmasına atıfta bulunur. Romantizm, Kant’a çok şey borçludur ve onun Yüce kavramına olan tutkusunu da benimserler. Doğa bilimleri alanının sınırlandırmalarının geçersiz ve yersiz iddialar olduğunu düşünen Romantiklere göre, Kant’ın doğal mekanizma dediği ve her şeyin ardında başka büyük bir gerçeğin ya da idealin olması gerektiği prensibini bütün bir uygarlık tarihine yerleştirmiş olan Platon’dan beslenmiş gözükmektedir. Bu hat üzerinden ilerleyen Romantikler, düşünce art alanlarının mimesis kavramı düzeyinde, Platon’un İdealar Evreni’nde ve Mağara Metaforu’nda bulurlar. Bu noktadan sonra da yazar, Fichte, Schelegel, Hölderlin ve Novalis’e atıflarda bulunarak düşüncelerini aktarmaya devam eder. Öznenin, Romantiklerde inşa edilebilen ve bir sanat yapıtı taşıyabilen özelliği, özellikle ressamların eserleri incelendiğinde gözle görülebilir hale gelir; ki burada Dellaloğlu’nun işaret ettiği tablo, Velazquez’in meşhur LasMeninas’ıdır. Öznenin çok odaklılığı ve sabit olmayan doğası sebebiyle, özne ile nesne arasındaki gerginliğin ve çözümün ulaştığı son nokta, İspanya kral ve kraliçesinin de şöyle bir bakış fırlattıkları, ressamın paletiyle aynaya yansıyan hali ve bakan ile bakılan, yapan ile yapıt, özne ile nesne arasındaki belirsizliklerin cirit attığı bu kanvas üzeri ebedi eseridir.
Bir sonraki aşamada Dellaloğlu,Romantiklerin edebiyat ve felsefe arasındaki uçurumu kapatma girişimlerine örnek olarak da Nietzsche’nin yapıtlarını verir, Heidegger, Adorno, Derrida ve Foucault’ta da benzeri bir izlek olduğunu ifade eder. Dellaloğlu’nun yerinde tespitleri ile Romantizm elbette sadece kağıt üzerinde kalmış, pasif ruhlu bir direniş yanlılığı göstermemektedir, değil mi ki, bu kitapta her ne kadar Alman ekolü üzerinde durulmuş olunursa olunsun, aslında Romantizm Fransız Devrimi’nin getirdiği o başkaldıran, ayakları baş, başları ayak yapan, isyankar ve politik havadan, özgürlük ve hak isteminden doğmuş ve serpilmiştir. Ancak Romantiklerin hayal kırıklığına uğradıkları nokta, Devrim ruhunun giderek materyalist, pragmatist ve bencil bir hava kazanmasıdır. Bu nedenle, Romantikler bu aşırı us’lanmaya karşı çıkarlar, başıbozuklaşırlar ve avant- garde sanatın nüvelerini içlerinde beslemeye, bu tohumları da evrensel sanat toprağına serpmeye başlarlar. Romantizm idealizme bile uzaktan bakmak, kapitalist tabiatlı olmayan, ancak sosyalist de olmayan aslında kendine özgü bir ideolojidir belki.
Romantizmin üzerinde ısrar ettiği bir diğer kavram da; öznedir. Zirâ, bütün dünya gibi özne de bir yapıttır. Modern ise öznelliğe vurgu yapması ve öznelliği parlatmaya girişmesi ile meşhur bir düşünüştür. Dellaloğlu’nun deyişiyle, “modern özne, hiç kimse ile herkesin birbirine değdiği noktada durur sanki”… Zor bir yer olsa gerektir,”Cambazın Tel Üzerinde Söyledikleri” gibidir.
Yazara göre, öznenin perişanlığını toparlayacak bir güç varsa; o da ironidir. Özneden beklenilen çok odaklılık ve kendinden bile emin olmama hali, ironi zırhının ardına yerleşerek yaşamla savaşma haliyle biraz hafifler. İroni, yaşamın yükünü hafifletir. İroninin yerleşmesi, melankoliye, o da yerleşirse şizofreniye dönüşür. Modern özne, bu dolayımda ironik, melankolik ve şizofrenik bir varlıktır, bu açıdan bakınca sağlıklı insan bulmak da zordur, ne o zaman ne de şimdi. Çokgen bir parçalanmışlıkla, Faust’u da deviren birçokruhlulukla hem de.Dellaloğlu’nun deyişiyle “ İki yürek çarpmaz modernin göğsünde, belki de kendisinin bile sayısını bilmediği kadar çok yürek çarpar”.
Teolojik Romantizme gelince, Modernizminmetafizik’i aşamamış ama yerine yeni bir metafizik koyma çabasına karşılık gelen bir anlayıştan söz edebiliriz. Bu görüşünü desteklemek isteyen Dellaloğlu, özellikle Alman düşünür Schleirmacher’in din ile dogmayı birbirinden ayrı tutan görüşlerinden yararlanır. Dünyayı kavramak ne kadar kişinin potansiyeline ve görüsüne bağlı ise, Tanrı ile olan ilişkisi de kendisine kalmış bir husustur, vicdan önemlidir ve dokunulmazdır. Romantikler, dogmatik bir din anlayışının karşısında dururlar, Tanrı’yı evrende bir yerlere sürerler, ama ondan ilham alırlar, sezgi yoluyla yaşamlarına yön verirler. Pantezimin, tanrı ve evreni burada, dünyada, hemen yanı başımızda ve biz oldukça var olabilecek bir imkan gibi tanımlaması, Romantiklerin işine gelen bir görüştür. Evrenden ve hatta doğadan bağımsız bir Tanrı yoktur. Dellaoğlu, öznenin kendi aklını ve vicdanını Tanrıdan bile kıskandığı bu inanç sisteminde, romantik mistik bir ateizm kavramını ortaya atar. Sanatçı belki de yaratıcı olarak en büyük payeyi her zaman Romantiklerden almıştır, dev bir sanat yapıtı olan ve Tanrı elinden çıkan bu dünyaya, tıpkı bir tanrı gibi sanat eseri yapan ve armağan eden bir insan… Tanrı gibi olmaya çalışan ama bunun imkansızlığını da her daim aklında tutan.
Romantik Yorumbilgisi ya da Hermeneutik, kendini anlama ve ötekini anlamayı içerir. Ötekini anlamak demek, kendini anlamak için bir şarttır. Gadamer’in bu konuda yaptığı yenilikler önemli sayılır ve Gadamer Hakikat ve yöntem arasında bir bağ olmak zorunda olmadığını iddia ederek, ontoloji üzerinde çalışmalarını sürdürmüştür. Modern yorumbilgisinin köklerini de Romantiklere dayandırmayı es geçmez. MichelFoucault’nun yazarı öldürdüğü, metinlerin parçalandığı, metin ya da söylem kavramlarının üzerine bulutların çöktüğü bu yorumlayıcının kim olduğunun bilinmediği bir devirdeki özne-nesne gerilimler, Romantizm devrindekileri aratmaz. Dil yetersizdir, hem kamuya hem de kişiye aittir, tamamlanmamış ve tamamlanmayacak bir süreçtir, Schleiermacher’den bol bol alıntı yapan yazar da bu görüşleri benimsemiş gözükmektedir.
Kitabın ikinci kısmı ise Biçimdir ve Romantik Sanat’ın, klasik estetik normlarından uzak olduğu, sanatın bir kurallar sistemi olarak değil de, türler arası hareketlenmeyi ve akışkanlığı sağlayan bir yapı olarak görmesi ile ayrıldığının ifadesi ile başlar. Romantik sanat, klasisizme bir başkaldırı gibidir. Ancak, bu elbette klasisizmin etkisinden tamamen kopabildikleri anlamına gelmemektedir. Çoğu Romantik, tıpkı Klasikler gibi, Yunan kültürüne ve Antik sanata hayrandırlar; bu sayede Modernizm ile hesaplaşmak derdini güderler.
Modernliğin özneye yaptığı vurgu, aynı zamanda estetiğin öne çıkışından da sorumludur. Her sanatçı kendi gücünün yettiği imkanlarla, çirkin olan gerçekliğe savaş açar ve onu güzelleştirmek için isyan eder. Böylece daha güzel bir dünya mümkün kılınabilir.
Dellaloğlu kitabının bu kısmında, biçimde parçacıklanma üzerinde duruyor, ancak daha önceki kısımlarda metinde ya da sanat eserindeki çok odaklılığa, dağınıklığa ve parçalanmaya dair saptamalarını destekler nitelikte bir kısım olmuş denilebilir. Yalnız tıpkı parçacıkların kendine özgülüğünde olduğu üzere, özne-sanatçının kendine özgülüğü üzerinde durulur. Bundan sonraki kısım olan İroni ise,ironi kavramının tanımına ve özüne ilişkin saptamalarla örülmüştür. Romantik ironi denildiğinde ise, kendini-yaratma, kendini-tüketme ve kendini-sınırlama kavramlarının tercümesi gibi olduğunu söylemek olasıdır. Diyalektik de tıpkı ironi gibi, özdeşliği farklılıkla açmaktadır. Kendisi olmak ile olmamanın birlikteliği, ironi ile diyalektiği çok yakın kılar. İroni, romantik düşüncenin vazgeçilmezlerinden biridir. Özne, ironi ile olduğundan farklı gözükebilir; özne çok yönlü bir sarkaçta salınır durur. Yaşamın toptan ironisi, her özneye ama en çok da modern ve Romantik özneye iyi gelir. Gerçi bu özne de, NEMO diye tarif edilen bir hiçlik bilincidir. Nemo; ego kadar gerekli, zorunlu ve evrimleştirici bir güçtür. Gizliliktir, olunmayandır. İroni ise bunların birlikteliği ve melankoliye yol verdikleri noktadır. Melankoli, romantik muammanın bir başka açmazı, koşuludur. Öznenin öznelliğidir, kendisi gibi olmak derdinde ancak bunun imkansızlığını bilen kişinin sığındığı bir limandır. Hakikat’in peşine asla erişilemeyeceğini bilse de düşmektir. Mutlak olan dille ifade edilemeyeceğinden, alegori de ironinin bir çırağı gibi işlev görür. Hayatta kalmak, romantikler için melankolik bir oyun demektir. Schiller’e göre duygusal dürtü ile biçim dürtüsü arasındaki gerilime işaret ederken, modernliğin klişesi olmuş yabancılaşmaya da imada bulunur. Frankfurt Okulu düşünürlerinden HerbertMarcuse de oyun kuramından çok etkilenmiştir. Oyun yaşamın kendisi ve ondan daha büyük bir şeydir. Hayatın kurallarını değiştirmek mümkün değilse, o zaman onuna oynayarak buna katlanmak herkese iyi gelebilir. Bu oyun dürtüsü de Schiller’den sonra Nietzsche, Heidegger ve post yapısalcılara kadar devam eder. Öykü kısmı, Hölderlin’in ve Novalis’in öyküleri ile devam eder. İki Alman şairin ne olup da Romantizm yoluna baş koyduklarının bir resmi çıkarılmaya çalışılır. Ekler kısmındaki bilgiler yardımıyla da, teori pratikle buluşur. Romantiklerden aforizmalar ve Jena Planı, Kronoloji ile kitap tamamlanır. “Keşke, Jena’da olsaydım” denilip, derin derin ufka bakılır.Konu hakkında bilgi sahibi olmak isteyen herkese önerilebilecek, iyi düzenlenmiş ve kaleme alınmış bir kitap. Tavsiye olunur.
*Tiyatro Yazarı