SAHRA ALTUNBAŞ**
Teknolojinin vasıtalarıyla hümanizm yükselerek radikalleştirilmeye çalışılırken transhümanizm sürecine girmiş bulunuyor insanoğlu.
Peki kısaca H+ olarak adlandırılan Transhümanizm nedir? Son dönemde karşımıza çıkan transhümanism, insan aklını ve fizyolojisini, olduğundan çok daha fazlası yapmak için sofistike teknolojiler geliştirerek ve üreterek insanın insanötesine, bir nevi insan 2.0’a dönüşmesini savunuyor.
Başta film ve müzik endüstrisi üzerinden, yıllardır fantastik ve/veya kurgusal görünen birçok konu ve kavram 21. yy.’ın bir gerçeği olarak istikrarlı bir yükselişle önümüze konulurken, teorik ve pratik köklerini 19. ve 20. yüzyıldan alıyor. Teorik alt yapısında Darwin, Freud gibi bilim insanları, döneme adını yazdıran birçok sanatçı ile felsefi aklım ile çeşitli tink tank yapılanmaları üzerinden etkisini sürdürürken, pratik altyapısında ise sanayileşme ve teknolojikleşme büyük rol oynuyor. Sosyal ve bireysel hayatlarımıza dahil edilen her bir yeni kavram ihtiyacı planlı şekilde yaratılıp popüler hale getirilirken, toplumsal anlamda bireyselleşme, özgürlük ve yaratıcılık adı altında radikal değişimlerin normalleştirilmesi felsefesi ile belki de insanoğlunun saf özüne gözünü dikiyor.
Ömrü uzatma, zihin yükleme, beden dondurma, insanın entelektüel, fiziksel ve psikolojik kabiliyetlerini artırma ama bunlar olurken hala “insan kalma” iddiası ile, yalnızca insanı değil çevreyi de modifiye eden transhümanizm daha iyi insanlar ve mekânlar inşa etme vaadi ile karşımızda. Peki bu bir tehdit mi geçmiş ve günümüz nesli ile yeni doğanlar bu süreci nasıl deneyimleyecekler?
Z kuşağı olarak adlandırdığımız 90’ların ortaları ve 2010’ların başları arasındaki dönemde doğanlar, bu dijital teknolojinin içine doğdular adeta ve akımın dilini çoktan çözdüler. Teknolojiyi hızla algılamaları, değer yargıları geçmiş kuşaklara kıyasla farklı, hızlı, bireysel olduğu kadar da kitlesel dilleri var. Bireyselleşmenin arttığı bu dönemde etkili olan teknoloji gerek avantajları gerekse dezavantajları ile bu kuşak üzerinden toplumsal ve sosyal açıdan varlık gösteriyor. Günlük yaşantımızı düzenleyen, kolaylaştıran, yeni düşünce yapılarının oluşmasını sağlamakla birlikte, bilimsel ve sanatsal olana doğrudan etki ederek radikal imaj ve söylemlerin ortaya çıkmasını da pek tabii sağlıyor.
Dijitalleşen böylesi bir kültürün oluşmasıyla birlikte varlığını her geçen gün güncelleştirerek ortaya koyan sanatın bugün geldiği nokta ve yarın varacağı uzamlara odaklanmak istiyorum. Bilim-teknoloji ve sanat, oldum olası birbiriyle etkileşim içinde gelişmişlerdir. Özellikle, 20. yüzyılda sanatçı, kendisini çevreleyen teknolojik unsurların etkisi altında kalmaktan kendini kurtaramamış, çoğunlukla, teknoloji karşısındaki olumlu veya olumsuz tavrını, tuvalinde, yontusunda hatta, kimi zaman kendisi de başlı başına birer teknolojik eser olabilen ürününde dolaylı veya dolaysız yoldan dile getirmişti.
Evvelden ezele maddesel ve zihinsel olarak varlıklarının sınırlarını zorlamak isteyen insanlar soyut düşünce kapasitelerinin gelişmesiyle yeni arayışlar içerisine girip kendilerini geliştirecek yeni imgelem yollarına başvurdular.
Sağlık ve bilgeliklerini geliştirmek için ilaçlar ve majik pratikler geliştiren insanoğlu kendi değişimlerinin özgür olacağı daha mükemmel dünyada zaman ve mekânları kurguluyorlar. 14. yüzyılda başlayan ve 17. yüzyıla uzanan Avrupa Aydınlanmasının ilhamıyla kökten toplumsal ve maddi hayatlarını değiştirecek gelişmeler yaptılar. Kendilerini inanç olarak kurmak istedikleri yeni dünyada akıl, bilim ve teknolojinin temelleri üzerinde inşa ettiler. İnsanların çoğu, insanlığın makinelerle yoksulluk ve zahmetten, bilimsel tıpla hastalıktan hatta ölümden azat olunacağına, uygarlığın yüksek başarılarıyla asilleşeceklerine ve eşitlikçi bir toplumda birleşeceklerine inandılar.
Aydınlanma ile birlikte doğan bu arayış çabası ilk önce hümanist düşünceyi ileri teknoloji ile etkileşime giren insanların yeni kuramlar üretmesine ve transhümanizmin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Bunun günümüzde araştırılması gereken önemli örneği ise Suudi Arabistan’ın inşa ettiği Kızıldeniz kıyısında Akabe Körfezi ve Kızıldeniz kıyıları boyunca uzanacak olan mega kent NEOM. Adı ilk olarak 2017 yılı “Geleceğe Yatırım” zirvesinde duyurulan Neom robot sayısının insan sayısından fazla olacağı dünyanın ilk yapay kenti olacakş
Önümüzdeki 10 yıl içinde tamamlanması beklenen kent, fiziki şartlar açısından görünürde çevreci bir bakış açısı ile sadece rüzgar ve güneş enerjileri üzerine inşa edilmekte. Kent, enerji, su, biyoteknoloji, gıda, ileri üretim, eğlence gibi endüstrilere yoğunlaşılması bir yana “orta doğu ve beton” zihniyetinin kusursuz bir örneği olarak yaratılmakta. Kent için hayal edilen insan modeli merak konusu zira pasaport ile giriş izni alınabilecek şehirde günümüz insanı için aykırı bir kurgu ile robot ve yapay zeka teknolojisi üzerine geliştirilmekte.
Bilim, teknoloji ve diğer rasyonel araçları kullanma sorumluluğuyla nihayetinde insanötesi olunabileceğini savunan transhümansitler daha yüksek kapasiteli insan türünü işte bu yeni yaratılan şehirler için hayal ediyorlar. Tıpkı Neom şehrinin sakinlerinin günümüz insanından ziyade yeni tip yarı insan yarı robot formunda olması gibi. Zira robot nüfusu olarak adlandırılan ve insanoğlundan daha çok nüfusa sahip olacak şekliyle kurgulanan bir yapı gerçekte neyi hayal ediyor.
Bilim, teknoloji ve diğer rasyonel olgular üzerinden yeni bir insan mı isteniyor?
Rupa – Programlanabilir Madde
Önümüzdeki 30 yıllık dönemde kavramsal değişimleri beraberinde getiren önemli gelişmeler insanoğlunun hayatını tabiri caiz ise alt üst edecek. Bu iyi mi yoksa kötü bir senaryo ile mi karşımıza çıkacak tartışılırken Transhümanism kendi kavramlarını yaratmaya en başta sanat yolu ile hayatımıza dahil olmaya başladı bile.
Geleceğin yeni sanat kavramı olarak en merak edileni ise Rupa sanatı. İnsanoğlunu transhumanizm kavramı ile yüzleştiği ya da ona dönüştüğü bir dönemde belki de kendi sanatçılarını doğuracak olan bu mistik, büyülü sanat akımı var olan klasik, yağlı boya ve benzeri sanat akımlarının dışında alşimik bir sanat türü. Türkiye’de ilk kez yıllar önce sevgili Aytunç Altındal’ın açıkladığı rupalar, klasik tabloların aksine yer çekim merkezli değildir. Rupa ile yapılan resimler form şeklinde olup havada asılı olarak durur. Bu madde bulunduğu alandaki beyinsel enerjinin frekansına göre şekil alır. Böylece maddenin yoğunluğuna ve karışım şekline bağlı olarak insan böyle bir eserin karşısına geçtiğinde kendi bilinci ile formsal değişim yaratabilecektir.
Merak edilen soru ise bunu günümüz insanı mı yoksa posthumanist dönemin yaratılması istenen insan türü mü deneyimleyecek.
Zira Rupa sanatında kullanılan malzeme mevcut dünyamızda kullanılan malzemelerden olmayıp meteor yağmurlarından yeryüzüne düşen taşlardan elde edilen alşimi içeriklerinden elde edilen mistik malzemelerdir.
Yaratılmak istenen yeni insan ya da ideal insan kavramı olan Transhümanizm açısından bakıldığında hiç de şaşırtıcı ya da beklenmedik bir sanat türü olmayacak Rupa.
İnsanlığın 2.0’a evrilmesi istenirken yeni tasarım insanın ihtiyaç duyacağı ya da ihtiyacı olduğu varsayımı ile etkileştiği pek çok kavram hızla hayatımıza girerken isimlendirdiğimiz, daha doğrusu bizlere öğretilen mevcut kavramların da hem ismen hem de modelsel ve işlevsel olarak değiştiğini göreceğiz.