GILGAMIŞ DESTANI / TABLET 10

Deniz kıyısında yaşayan meyhaneci Siduri,
yaşıyor…
çömlekçi onun için yapıldı, altın mayalanma teknesi onun için yapıldı.
Bir peçeyle örtülüdür…
Gılgamış ortalıkta dolaşıyordu…
bir deri giyiyordu,…
vücudunda tanrıların etini taşıyordu,
ama derinlerde bir hüzün,
uzun bir yolculuk yapmış biri gibi görünüyordu.
Meyhaneci uzaklara
bakıyor, kendi kendine şaşırıyor, dedi
kendi kendine merak ederek:
“O adam kesinlikle bir katil(!)!
Nereye gidiyor!…”
Meyhaneci onu görür görmez kapısını
sürgüledi, kapısını sürgüledi, kilidi sürgüledi.
Ama onun gürültüsü üzerine Gılgamış kulaklarını
dikti, çenesini kaldırdı (etrafına bakmak için) ve sonra gözlerini onun üzerine dikti.
Gılgamış meyhaneciyle konuşarak şöyle dedi:
“Meyhaneci
, kapıyı
sürgülemene, sürgülemene, kilidi sürmene neden olan ne gördün!
Eğer beni içeri almazsan, kapını kırarım ve kırarım.
kilit!
… vahşi.”
… Gılgamış
Deniz kıyısında yaşayan meyhaneci Siduri, yaşıyor

Tencere onun için yapıldı, altın mayalama teknesi
onun için yapıldı.
peçe …
Gılgamış dolaşıyordu…
bir deri giyiyordu,…
vücudunda tanrıların etini taşıyordu,
ama derinlerde bir hüzün,
uzun bir yolculuk yapmış gibi görünüyordu.
Meyhaneci uzaklara bakıyordu,
kendi kendine kafa karıştırıyordu, dedi kendi
kendine merak ederek:
“Bu adam kesinlikle bir katil(!)!
Nereye gidiyor!…”
Meyhaneci görür görmez Onu, kapısını
sürgüledi, kapısını sürgüledi, kilidi sürgüledi.
Ama onun gürültüsü üzerine Gılgamış kulaklarını
dikti, çenesini kaldırdı (etrafına bakmak için) ve sonra gözlerini onun üzerine dikti.
Gılgamış meyhaneciyle konuşarak şöyle dedi
:
kapını sür, kapını
sür, kilidi sür!
Beni içeri almazsan kapını kırarım ve
kilidi kırarım!
… vahşi.”
… Gılgamış
… kapı
Gılgamış meyhaneciye şöyle dedi:
“Ben Gılgamış’ım, Muhafız’ı öldürdüm!
Sedir Ormanı’nda yaşayan Humbaba’yı yok
ettim, dağ geçitlerinde aslanları öldürdüm!
Gökten inen Boğa ile boğuştum ve
onu öldürdüm.”
Meyhaneci Gılgamış’a şöyle dedi:
“Muhafızı öldüren,
Sedir Ormanı’nda yaşayan Humbaba’yı yok eden
, dağ geçitlerinde aslanları öldüren
, gökten inen Boğa ile boğuşan Gılgamış iseniz, ve
onu öldürdün,
neden yanakların sıska, ifaden ıssız!
Kalbin neden bu kadar zavallı, yüz hatların bu kadar bitkin!
Neden bu kadar derinlerde bir hüzün var!
Neden uzun zamandır yollarda olan biri gibi görünüyorsun?
mesafe
öyle ki buz ve ısı yüzünüzü yaktı!
… vahşi doğada dolaşıyorsun!”
Gılgamış onunla konuştu, meyhaneciye şöyle dedi:
“Meyhaneci, yanaklarım bir deri bir kemik kalmasın mı?
Yüreğim perişan olmasın, yüz hatlarım bitkin olmasın?
İçimde derin bir hüzün olmasın! Uzun mesafe kat
etmiş biri gibi görünmemeli miydim , buz ve sıcak yüzümü yakmamalı mıydı? …, vahşi doğada dolaşmamalı mıyım?



Arkadaşım, yaban eşeğini kovalayan yaban eşeği, yabanın panteri
,
Enkidu, yaban eşeğini kovalayan yaban eşeği, yabanın panteri,
birleştik
ve dağa çıktık.
Gök Boğası ile boğuştuk ve onu öldürdük
, Sedir Ormanı’nda yaşayan Humbaba’yı yok
ettik, dağ geçitlerinde aslanları öldürdük! Her zorluğu benimle
beraber göğüs geren çok sevdiğim arkadaşım ,

Derinden sevdiğim,
benimle her zorluğu yaşayan Enkidu
, insanlığın kaderi ona yetişti.
Altı gün yedi gece onun için yas tuttum ve burnundan bir kurtçuk düşene kadar
gömülmesine izin vermedim. Görünüşünden korktum(!), Ölümden korkmaya başladım ve bu yüzden vahşi doğada dolaşmaya başladım. Arkadaşımın sorunu beni üzüyor, bu yüzden vahşi doğada uzun yollar dolaşıyorum.





Arkadaşım Enkidu meselesi beni üzüyor,
bu yüzden vahşi doğada uzun yollarda dolaşıyorum.
Nasıl sessiz kalabilirim, nasıl hareketsiz kalabilirim!
Sevdiğim arkadaşım çamura döndü.
Ben onun gibi değil miyim? Yatacak mıyım, bir daha kalkmamak üzere mi?”
Gılgamış meyhaneciyle konuşarak şöyle dedi:
“Peki şimdi meyhaneci, Utanapishtim’e giden yol nedir!
İşaretleri nelerdir? Onları bana ver! Bana işaretleri ver!
Mümkünse denizi geçeceğim;
yoksa, çölde dolaşırım.”
Meyhaneci Gılgamış’la konuşarak şöyle dedi:
“Hiç Gılgamış, herhangi bir geçit
olmadı, eski günlerden beri
denizi geçen kimse olmadı.
(Yalnızca) denizi aşan yiğit Şamaş’tır, ancak
geçebilen dışında!
Geçiş zordur, yolları tehlikelidir
ve arada, yaklaşmasını engelleyen Ölüm Suları vardır!
Ve Gılgamış, denizi geçmen gerekse bile,
Ölüm Sularına ulaştığınızda ne yapardınız!
Gılgamış, orada Utanapiştim’in kayıkçısı Urşanabi var.
‘Taş şeyler’ L yanında, ormanda
nane topluyor( !).
Devam et, yüzünü görmesine izin ver.
Mümkünse, onunla geçin;
yoksa geri dönmelisin.”
Gılgamış bunu duyunca
elindeki baltayı kaldırdı,
kemerinden hançeri çıkardı
ve gizlice onların ardından kaydı.
Bir ok gibi aralarına düştü (“taş şeyler”).
Ormanın ortasından sesleri duyulabiliyordu.
Keskin gözlü Urşanabi gördü… Baltayı
duyunca ona doğru koştu.
Kafasını vurdu… Gılgamış.’
Ellerini ve … göğsünü çırptı,
“taş şeyler” … kayık
… Ölüm Suları
… Ölüm Sularında geniş deniz

… nehre
… tekne
… kıyıda.
Gılgamış, kayıkçı Urşanabi (?) ile konuştu,
… seninle.”
Urşanabi Gılgamış’a şöyle dedi:
“Neden yanakların zayıf, ifaden ıssız!
Kalbin neden bu kadar sefil, yüz hatların bu kadar bitkin?
Neden derinlerde böyle bir hüzün var!
Neden seyahat eden biri gibi görünüyorsun? uzun bir
mesafe
, buz ve ısı yüzünüzü yaktı!
Neden … vahşi doğada dolaşıyorsunuz!”
Gılgamış Urşanabi ile konuşarak şöyle dedi:
“Urşanabi, yanaklarım bir deri bir kemik, ifadem
ıssız olmasın!
Yüreğim perişan olmasın, yüz hatlarım bitkin
olmasın Derinlerde bir hüzün olmasın mı? Uzun mesafe kat
etmiş biri gibi görünmemeli miydim , buz ve sıcak yüzümü yakmamalı mıydı? … vahşi doğada dolaşmamalı mıyım? Dağda yaban eşeği kovalayan arkadaşım, yabanın panteri , Enkidu, dağda yaban eşeği kovalayan arkadaşım, yabanın panteri, birleşip dağa çıktık .








Gök Boğası ile boğuştuk ve onu öldürdük
, Sedir Ormanı’nda yaşayan Humbaba’yı yok
ettik, dağ geçitlerinde aslanları öldürdük!
Derinden sevdiğim,
benimle her zorluğa
göğüs geren dostum Enkidu, derinden sevdiğim,
benimle her zorluğu yaşayan dostum Enkidu,
insanlığın kaderi onu geçmiştir.
Altı gün yedi gece onun için yas tuttum ve burnundan bir kurtçuk düşene kadar
gömülmesine izin vermedim.

Görünüşünden korktum(!),
Ölümden korkmaya başladım ve bu yüzden vahşi doğada dolaşmaya başladım.
Arkadaşımın sorunu beni üzüyor,
bu yüzden vahşi doğada uzun yollar dolaşıyorum.
Arkadaşım Enkidu meselesi beni üzüyor,
bu yüzden vahşi doğada uzun yollarda dolaşıyorum.
Nasıl susayım, nasıl susayım!
Sevdiğim arkadaşım çamura döndü;
Sevdiğim arkadaşım Enkidu kile döndü!
Am I not like him! Will I lie down, never to get up again!”
Gilgamesh spoke to Urshanabi, saying:
“Now, Urshanabi! What is the way to Utanapishtim?
What are its markers! Give them to me! Give me the markers!
If possible, I will cross the sea;
if not, I will roam through the wilderness!”
Urshanabi spoke to Gilgamesh, saying:
“It is your hands, Gilgamesh, that prevent the crossing!
You have smashed the stone things,’ you have pulled out their
retaining ropes (?).
‘Taş şeyler’ parçalandı, tutma halatları (!)
çekildi!
Gılgamış, baltayı eline al, ormana git
ve her biri 60 arşın uzunluğunda 300 direği kes.
Onları soyun, kepleri(?) takın ve onları tekneye getirin!”
Gılgamış bunu duyunca
elindeki baltayı aldı, kemerinden hançeri çıkardı
ve ormana indi
ve her biri 300’er direği kesti . 60 arşın uzunluğunda,
onları soyup başlıklar(!)
bot.
Gılgamış ve Urşanabi kayığı sakalladılar,
Gılgamış magillu-gemiyi denize indirdi ve yelken açtılar.
Üçüncü gün bir
buçuk aylık bir yolculuk yaptılar ve
Urşanabi Ölüm Sularına ulaştı.
Urşanabi Gılgamış’a dedi ki:
“Dur Gılgamış, bir sopa direği al,
ama elin Ölüm Sularını geçmemeli…!
Bir saniye, Gılgamış, bir üçüncü ve bir dördüncü direği al,
beşinci, Gılgamış, altıncı ve yedinci direği
al, sekizinci, Gılgamış, dokuzuncu ve onuncu direği
al, onbirinci, Gılgamış ve on ikinci direği al!”
İki kez 60 çubukta Gılgamış puntayı kullanmıştı.
Sonra belini(?) gevşetti çünkü… Gılgamış
giysisini çıkardı
ve kollarıyla direğe(!)
kaldırdı.Utanapiştim uzaklara bakıyordu,
kendi kendine şaşkın şaşkın dedi, kendisine:
“Why are ‘the stone things’ of the boat smashed to pieces!
And why is someone not its master sailing on it?
The one who is coming is not a man of mine, …
I keep looking but not…
I keep looking but not …
I keep looking…”
lines are missing here.]
Utanapishtim said to Gilgamesh:
“Why are your cheeks emaciated, your expression desolate!
Why is your heart so wretched, your features so haggard!
Why is there such sadness deep within you!

Buz ve sıcaklık yüzünüzü yakacak kadar uzun yol kat eden birine neden benziyorsunuz !
… vahşi doğada dolaşıyorsun!”
Gılgamış Utanapishtim’e şunları söyledi:
“Yanaklarım bir deri bir kemik, ifadem ıssız olmasın!
Yüreğim perişan olmasın, özelliklerim bitkin olmasın!
İçimde derin bir hüzün olmasın!
Uzun mesafe kat etmiş biri gibi görünmemeli miydim,
buz ve sıcak yüzümü yakmamalı mıydı?
…çölde dolaşmayayım mı)
Dağda yaban eşeklerini kovalayan dostum, yabanın panteri
,
Enkidu, dağda yaban eşeklerini kovalayan arkadaşım, yabanın panteri,
birleştik
ve dağa çıktı.
Gök Boğası ile boğuştuk ve onu öldürdük
, Sedir Ormanı’nda yaşayan Humbaba’yı yok
ettik, dağ geçitlerinde aslanları öldürdük! Benimle
her zorluğa göğüs geren çok sevdiğim arkadaşım


Benimle birlikte her zorluğa göğüs geren canı gönülden sevdiğim dostum Enkidu,
insanlığın kaderi ona yetişti.
Altı gün yedi gece onun için yas tuttum ve burnundan bir kurtçuk düşene kadar
gömülmesine izin vermedim. Görünüşünden korktum(!), Ölümden korkmaya başladım ve bu yüzden vahşi doğada dolaşmaya başladım. Arkadaşımın sorunu beni üzüyor, bu yüzden vahşi doğada uzun yollar dolaşıyorum.





The issue of Enkidu, my friend, oppresses me,
so I have been roaming long roads through the wilderness.
How can I stay silent, how can I be still!
My friend whom I love has turned to clay;
Enkidu, my friend whom I love, has turned to clay!
Am I not like him! Will I lie down never to get up again!”
Gilgamesh spoke to Utanapishtim, saying:
“That is why (?) I must go on, to see Utanapishtim whom they
call ‘The Faraway.'”
I went circling through all the mountains,
Hain dağları aştım, bütün denizleri aştım –
bu yüzden (!) tatlı uyku yüzümü yumuşatmadı,
uykusuz çabalarla gerginim, kaslarım acıyla doluyor
. Giysilerim
tükenmeden önce meyhanecinin bulunduğu alana henüz ulaşmamıştım . Ayı, sırtlan, aslan, panter, kaplan, geyik, kızıl geyik ve vahşi doğadaki hayvanları öldürdüm ; Etlerini yedim ve derilerini etrafıma sardım.’ Keder kapısı sürgü ile kapatılmalı, perde ile mühürlenmeli ve





zift !
Bana gelince, dans etmek…
Benim için talihsiz(!) o(?) kök salacak…”
Utanapiştim Gılgamış’la konuşarak şöyle dedi:
“Neden, Gılgamış, sen… üzüntü mü?
Tanrıların etinden (!) yaratılan sen,
annen ve baban gibi… yaratan insanlardan mı?
Sen hiç… Gılgamış … aptala…
Meclise bir sandalye koydular, … Ama aptala tereyağı, kepek ve ucuz un
yerine bira posası verdiler .

Peştamal(!) gibi giyinmiş…
Ve… Kuşak yerine,
çünkü sahip değil…
Öğüt sözleri yok…
Kendine iyi bak Gılgamış,
… efendileri …
… Günah…
… ay tutulması …
Tanrılar uykusuz…
Onlar dertli, huzursuz(!) …
Uzun zaman önce kurulmuş…
Sen dert ediyorsun …
… yardımın …
Eğer Gılgamış … tanrıların tapınağı
… kutsal tanrıların tapınağı,
… tanrılar …
… insanlık,
onlar … onun kaderi olarak kabul ettiler.
Durmadan çalıştın ve neyin var!
Zahmetle yıpranırsın
, bedenini kederle doldurursun,
uzun ömrüne yaklaşırsın (erken bir sona)!
Dalı kamış kıran bir kamış gibi
koparılan insanlık,
güzel gençlik ve güzel kız
… ölüm.
Ölümü kimse göremez,
no one can see the face of death,
no one can hear the voice of death,
yet there is savage death that snaps off mankind.
For how long do we build a household?
For how long do we seal a document!
For how long do brothers share the inheritance?
For how long is there to be jealousy in the land(!)!
For how long has the river risen and brought the overflowing
waters,
so that dragonflies drift down the river!’
Güneş’in yüzüne bakabilen yüz
hiçbir zaman var olmamıştır.
Uyuyan(!) ile ölü ne kadar da benzer.
Ölümün görüntüsü tasvir edilemez.
(Evet, sen a) insansın, adamsın (?)!
Enlil kutsamayı ilan ettikten sonra,'”
Büyük Tanrılar Anunnaki toplandı.
Kaderi oluşturan Mammetum, onlarla birlikte kaderi belirledi.
Ölüm ve Yaşam’ı kurdular,
ama ‘ölüm günlerini’ bildirmediler”.

Exit mobile version