Yazan: Mert Tokatlı
İstanbul’un loş karanlığı aydınlatan sokaklarında, gölgesi
ruhumuza işleyen bir kadın vardı. Kaldırımları parçalardı onun
gölgesi. Adı Deryaydı. Şehrin izbe, karanlık ama pencereden
giren güneşin nefesiyle hayat bulan bir evde yaşıyordu
ailesiyle Derya. Ailesinin tek çocuğuydu ve hayaller kurmayı
çok severdi. Çocukluğu yoksulluk içinde geçmişti. Üniversitede
resim bölümünde okudu. Okul yıllarından itibaren resim
sergileri açmaya başladı. Yaptığı resimler büyük ilgi gördü ve
hem ülkede hem de yurt dışında sergiler açtı. Genç yaşından
beri sattığı resimlerden çok para kazandı.On yedi yaşındayken
Beyoğlu’na taşınmıştı,yalnız yaşıyordu.Evini resim atölyesine
çevirmişti,resimlerini burada yapıyordu.Derya’nın kalbi özgür
kelebeklerle doluydu. Tek istediği şey resim
yapmaktı.Sevmeyi de deneyebilirdi.Çok şık giyinirdi insanlar
onu gölgesindeki güneşten tanırdı.Çok sevgilisi oldu Deryanın
ama hiç ruhuna sokulan onu kalbiyle seven bir adama
rastlamadı.Herşeyin peşinden koşan ve hayatı yakasından
tutan bir kadın değildi o. Yaptığı resimler zaman içinde
arkadaşları ve dost saydığı ama onun gölgesine sarılamayacak
insanlar tarafından çok beğenildi.Zor geçen çocukluk
yıllarından,içinde masum bir kız çocuğu kalmıştı.Eğlenmeyi
severdi fakat boş kalabalıklardan da nefret ederdi. Düşlerinde
bir lunaparkta yaşardı.Herşey eksik gelirdi ona. Sarılmaktan
korkmazdı ama hayata ve aşka mesafe koymaktan
çekinmezdi.On yedi yaşından beri sayısız erkekle beraber
olmuştu. Ama mutlu olamamıştı.Çünkü hayatın akışına kılıçlar
saplayan,özgürlüğüne balta vuran erkeklerle doluydu
ortalık.O her zaman yargısız ve hesapsız bir sevgili hayal etti.
Gölgesine dokunan,gözlerinden akan rimellere sorular soran
bir erkeği hayal etti hep. Yıllar geçtikçe insanlardan
uzaklaşıyordu.Az arkadaşı vardı bazen onlarla görüşürdü.
Seçimsizliğin kelepçelerini parçalamak istiyordu artık.
Savrulmuştu,bunu biliyordu.Şarap içerken şarkılar söylerdi ve
sesi çok güzeldi.Amaçsızlığın içinde amaçlar vardı fakat o
herşeye çok uzak duruyordu.Bütün bunları yaşarken bir resim
sergisinde Tarık’la tanıştı. Tarık çok iyi giyinen Amerika da
uzun yıllar yaşamış bir ressamdı.Tarık’la sık sık görüşmeye
başladılar. Derya Tarığın ona gösterdiği şefkate ve beklentisiz
duygularına,sözlerine aşık olmuştu.Çünkü Derya her zaman
şöyle derdi ‘Mutlu olmak için aitliği yakmalıyız’ Tarık bir süre
sonra Derya’nın evine taşındı çok güzel zamanlar
geçiriyorlardı.Toplumdan ve topluluklardan uzak bir aşk
yaşıyorlardı. Her duyguyu ve düşünceyi paylaşıyorlardı.
Beraber sinemaya,tiyatroya gidiyorlardı. Şarap içip
Beyoğlunda rotasını kaybetmekten zevk alan bir gemi gibi
geziyorlardı.Derya aşk için umutlanmıştı. Tarığın diğer
erkekler gibi olmadığını düşünüyordu.’Yeniden başlayabilir
miydi hayat? Herşeyi geri sarıp yok edebilir miydim kayıtları’
diye düşünüyordu.Derya Tarık’la beraberken kanayan
yaralarına çok sağlam bir dikiş atmıştı. Ama herşeye rağmen
içinden fışkıran volkanik ürpertilerle kavga ediyordu. Herşey
harika giderken her zaman hayatını katleden bir katil çıkmıştı
karşısına.Ve yıllardır engel olamamıştı buna. Tarık birgün eve
stresli ve sinirli bir şekilde geldi. Elinde çiçekler vardı çok güzel
papatyalar,onları masaya bıraktı.Ve pencereden dalgın dalgın
Beyoğlu’nun kalabalık sokaklarına baktı. Artık Derya’ya
herşeyi anlatma vakti gelmişti. Çaresizdi ama konuşmak
zorunda olduğunun farkındaydı.Derya uyuyordu
uyandırdı.Derya Tarığın tavırlarında bir gariplik sezmişti fakat
bunu belli etmek istemedi.Titreyen kalbinin eşliğinde Tarığı
dinlemeye başladı. ‘Belki duydukların hoşuna gitmeyecek
ama bunları sana söylemeliyim’ dedi Tarık. Derya kalbindeki
kaosun giderek yükselen bir dalgaya dönüştüğünü hissetti.
Ardından papatyaların masada olduğunu gördü ve giderek
gözleri dolmaya başladı.Çünkü korkuyordu ama bu korkusu
terk edilmek değildi.Derya zaten kendinden çoktan
vazgeçmişti. Sözlerine devam etti Tarık ve şöyle dedi. ‘Ben
ülkeyi terk ediyorum ve senin benimle gelmeni istemiyorum.
Farklı bir hayat istiyorum özgürlüğü baltalayan hiç kimseyi
hayatımda istemiyorum’ dedi. Derya şaşkın ve üzgün ve
yaralanmış bir biçimde baktı. Bunu Tarıktan beklemezdi. Ama
hayatın lambası onu hep gölgesine mahkum etmişti. Gölgesini
saran gözlerinden akan rimelleri anlayan bir erkeğin
olmadığını biliyordu.Tarığa baktı ve şöyle dedi ‘Sen nasıl
istiyorsan öyle olsun yakın ama uzak olduğunu çoktan
farketmiştim’. Tarık boş ve donuk gözlerle Derya’ya bakıp
dolabındaki eşyalarını topladı ve kapıyı açıp çekip gitti. Derya
Tarık gittikten sonra dolaptan aldığı şarapları içmeye
başladı.Sonra sahile indi ve denize yakın kayalıklara oturup
içmeye devam etti. Saat sabaha karşı beş olmuştu sabaha az
kalmıştı. Kayalıklardan kumsala indi ve ayakkabılarını çıkardı
ve denize fırlattı.Ardından en sevdiği şarkıyı söylemeye
başladı. Kalbindeki masumiyet şarkıyı söylerken gökyüzüne
yükseliyordu. Tam bu sırada arkasında bir erkek gölgesi belirdi
ve konuşmaya başladı. Adam’gölgenle konuşabilir miyim
senin ruhundaki masumiyete dokunmak istiyorum’ dedi.
Derya gölgeye dedi ki. ‘Önce gölgeler
hissetmeli,duymalı,görmeli anlamalı birbirini,tabii
konuşabilirsin. Önce gölgemi hissetmelisin ona sorular
sormalısın ondan sonra sevebilirim seni’.Hiçbir erkek onun
gölgesiyle konuşmak istememişti. Ama adam istedi ve şöyle
cevap verdi ‘Gölgenle konuşmayı kabul ediyorum. Bu saatler
günler,yıllar alsa da önce gölgeni anlamalıyım. Çünkü gölgeni
anlarsam ruhunu,düşlerini,düşüncelerini anlarım. İşte o
zaman onun adı aşk olur’dedi. Derya bunun üstüne ayağa
kalkar ve adamın yüzüne bakmadan gölgesiyle konuşmaya
başlar.Adam da onun sorularına cevaplar verir Derya aşkın
gölgeler ve toz olduğunu adamın gölgesiyle konuşarak anlar.
Bu günlerce böyle devam eder. Derya her zaman aynı saatte
sahile gelir ve adamın gölgesiyle konuşur. Aylar geçer ve bir
gün adamın gölgesiyle değil kendisiyle konuşmaya başlar.
Adam bu durum karşısında hem mutlu olur hem de çok
şaşırır. Deryanın hiç yüzüne bakamayacağını ve hep gölgesiyle
konuşacağını tahmin etmektedir ve şöyle der.’Hep gölgemle
konuşacağını tahmin ediyordum’ der.Deryanın ona cevabı şu
olur ‘Aşk ruhta başlar bedende devam eder biz ölümlüler
gölgeler ve tozlarız. Senin ruhun benim bütün ön yargılarımı
yıktı senin hep yanımda olmanı istiyorum’ der. Adam şaşkındır
Deryanın elini tutar öpüşürler ve gölgelerini unutup
birbirlerine sarılırlar ve kumsalda rimeli akan gündüzden ıssız
geceye yürümeyi sürdürürler…………………….