SUNA BAYKAM SAPAN: Sizinle konuşacak çok şey var… Sanata bakış açınızı sorarsak nelerden hoşlanır nelerden hoşlanmazsınız?
BOGATAY KÖPRÜLÜ: Su içmeye ya da yürümeye yaklaşımımız nasıl? Bu sıklıkta ve bu kolaylıkta oldukça hayatımda sanat var. Hep de öyleydi. Yapmak için kendimi asla zorlamadım. Kendiliğinden oluyordu, müzik. Kendimi bildim bileli sessel fikirler üretiyorum. Asla mütevazi olmaktan da taviz vermedim. Bu sanat, müzik, hangi türü olursa olsun, ama özellikle ciddi müzik, klasik müzik; zaten birinci kural olarak mütevaziliği gerektiriyor. O yoksa kişi istese on saatlik opera, yüz “opus” – eser yazsın… Müziği ve dinleyicisi zehirlenmiş demektir. Bu büyük ve sonu olmayan bir yol. Aydınlanma ve egoyu terk etme yolu. Bir çeşit şövalye ruhu taşımalı insan, eğer bu müzik türünü hayatının merkezine koyuyorsa.
Hoşlanmadığım ise bu sanatın yani benim içerisinde olduğum bu ciddi müziğin; çok fazla tanınmak, tek olmak, sevgi açlığını gidermek için, ün hırsıyla yanıp tutuşarak yapmacık ve düşük seviyeli şekilde kullanılması. İşte bundan hoşlanmam. Asla. Ülkemizdeki dinleyici kitlesi bu müziği gerçekten içtenlikle seviyor ve bir o kadar da aç klasik müziğe. Ama İdil Biret’in de zamanında değindiği gibi, iyi dinleyici yetiştiremiyoruz. Bunun sonucunda da aranjmanın ötesine geçemeyen müzikleri klasik müzik eseri zannediyoruz. “New Age” tarzı akımları klasik müzik ile karıştırıyoruz. Bestecilerini de büyük deha ya da büyük sanatçı! Tek olma hırsı sadece siyasette gördüğümüz bir durum değil. Maalesef klasik müzik hayatımızda da ülkemizde fazlasıyla mevcut.
SUNA BAYKAM SAPAN: Dinleyicilere tavsiyeniz var mı bu konuda?
BOGATAY KÖPRÜLÜ: Müzik, insanları büyülemenin, iradelerine dokunmanın en güçlü aracı. Dinlemeyi iyi öğrenmeden, dinlediğini iyi anlamak adına emek sarf etmeden, sadece o konsere gitmiş olmak, orada bulunmuş olmak için davranan bir kitlemiz var. Klasik, ciddi müzik adına en büyük sıkıntımız burada. Bu müziği dinlemek pop-rock konseri dinlemeye benzemiyor maalesef. Fazla büyük bir literatürü, derinliği ve de geçmişi var. Temel matematik bilgisi ile aya roket indirebilir misiniz?
Bu durum yanlış ellere büyük ün, cesaret ve cüret veriyor. Körü körüne kurulan bu bağlılık da en ufak eleştirinin bile taşlanmasının önünü açıyor. Tavsiyem; ‘en’lerden ve ‘tek’lerden biraz uzak durmamız, azıcık şüpheyle yaklaşmamız… Acaba hepsi öyle mi? Gözlerimizin gördüğünden, isimlerden ve bunun sebep olduğu ön yargılardan uzak, sadece kulağımız ve kalbimiz ile dinlemeliyiz bu müziği.
SOSYETE ART:Sahne ya da konser salonu, mekanı nedir?
BOGATAY KÖPRÜLÜ: Sahne, salon bir mağaradır. Yolculuğa çıkmak için bir ritüel. Çağdaş insan, gözü süslenmeden sevemiyor hiçbir şeyi… Bu bir ritüel. Gözle yapılmayan, kulak ile doğrudan hayal gücümüze, ruhumuza, enerji alanımıza hitap eden bir ayin diyebiliriz. Belirli şartlar altında bir zihinsel ve ruhsal kenetlenme gerektiriyor. Konser salonları, sahne, sadece elit mekanlar değil, ciddi müziğin fıtratı… Bir mağarada buluşuyoruz sessel bir ayin için. Oturup bedenimizi devre dışı bırakıyoruz. Ben mesela çoğunlukla boşluğa ya da tavana bakarım dinleyici olduğumda.
SOSYETE ART: Çağdaş bir besteci-piyanist olarak yaşamaya nasıl karar verdiniz?
BOĞATAY KÖPRÜLÜ: Bir meslek olarak seçim yapmadım. Hayatımda hep olan bir şeydi. Dediğim gibi siz su içmeyi seçtiniz mi? Nasıl karar verdiğinizi, isteyip öğrendiğinizi hatırlıyor musunuz? Ben de bunu hatırlamıyorum. Hayatımın her yerinde olan bir şeyi nasıl tarif edebilirim? Geceleri gözlerimi kapattığımda müzik çalar çoğunlukla. Ya da kendimi bir senfoninin ritmine kaptırıp sallanırken bulurum. Hiç durmuyor, nefes almak gibi. Eskiden tüm müzik türleri vardı aklımda ama yıllar geçtikçe en yatkın, yetkin olduğum ve değer verdiğim yere doğru ustalaşmaya başladım. O da klasik müzik. Gerçi sıfatla söylemeyi sevmiyorum. Almanların değişiyle “ciddi müzik”… Piyano ve beste et ve kemik gibi hep var. Zamanla profesyonel hayatımı da kapladı, olması gerektiği gibi.
SOSYETE ART: Orkestra şefliğine de ilginiz var bildiğim kadarıyla, bu yolda neler yaptınız?
BOGATAY KÖPRÜLÜ: Orkestra şefliğine ilgim çok büyük. Önemli bir okulu kazanmıştım. Fransa Toulouse şehrinde Capitol Orkestrası bünyesinde Prof. Sabrie Bekirova ve Şef Tugan Sokhiev ile okuma şansını yakaladım. Ancak önce pandemi sonra da Rusya-Ukrayna savaşı bölümün dağılmasına sebep oldu. Herkes yer değiştirdi. Beni çağıracağı zamana dek şefliği, daha olgun yaşlara ve gelecek bir döneme bırakıyorum.
SOSYETE ART: Nasıl bir ortamda, örneğin dağ, kumsal vb. yerler olabilir, piyano çalmak ve beste yapmak isterdiniz?
BOGATAY KÖPRÜLÜ: Beste yaparken aklımı götürdüğüm her yer uygun. Daha çok açık hava ve biraz doğaya yakın olmak iyi geliyor. Şehir içerisinde kapalı kalınca içimdeki tüm ilham pınarı duruyor. Sadece çağdaş müzik yazabilirim şehir şartlarında. Saf bilgi ve akıl dışında hiç bir hareket imkanı tanımıyor şehir koşturmacası ve gürültüsü. İnsanın doğasında aykırı, gönüllü köle hayatı yaşıyoruz büyük şehirlerde. Oradan da ona layık müzik çıkıyor anca. Bunu değiştirmek mümkün değil. Tüm beton şehirleri tek başıma yıkamam, çağdaş köleliği bitiremem. Ama insanın ruhuna, doğasına iyi gelen bir müzik düşünebilmek için, ilham perilerini bulmaya doğaya çıkabilir, kaçabilirim en azından. Bunu yapıyorum hep.
SOSYETE ART: Neden klasik piyano ya da akustik piyano?
BOGATAY KÖPRÜLÜ: Evimizde piyano vardı. Babaannemin aile yadigarı, bugün ömrü iki asırı dolduran Wilhelm Bachmann piyanosunu gördüm, bakımsız ve çok da iyi çalışmayan bir çalgıydı. Babamın hemen her gün çaldığı, müzik yaptığı Yamaha orgu üzerinde armoni ve synth denemeleri yapmaya başladım. Onu çalarken izledim, dinledim. Annem çok istekliydi bu konuda bana destek olmak için. En büyük hayallerinden biri piyano çalmak imiş çocukken… İlk derslerime başladığım hocam piyanist Birsen Ulucan, bu şekilde eski piyano ve org ile hiçbir şekilde olamayacağını söyleyince, annem bana ikinci el rus yapımı Lirika duvar piyanosu aldı. Böylelikle serüven başlamış oldu. Onun eve geldiği sürpriz günü unutamam.
Benim için çalması da, mekanizmasının çalışması da, tekniği de çok çekici olan bir enstrüman. Ezoterik, içrek bir çalgı. Sanılanın çok aksi bir müzik aleti. Sesleri uzatamadığımız çalgı. Bunun da kısmen mümkün olduğu durumlar var tabii… Gücü, yapabilecekleri bir orkestraya bedel. Kötü çalması çok kolay, iyi çalması çok emek ve bilgi isteyen sır kutusu adeta.
SOSYETE ART: Besteciliğe yaklaşımınız nedir? Nasıl besteliyorsunuz?
BOGATAY KÖPRÜLÜ: Kendiliğinden ve zorlamadan olmalı. Bilgi ile değil içten gelerek olmalı. Orkestra müziklerimi aklımda oluşturup, bitiriyorum. Orkestrayı asla piyano başında bestelemem. Ayağa kalkarım. Dolaşırım. Aklımdaki bana ait orkestramda hep müzik vardır zaten. Onları istediğim gibi kullanırım. Ama solo piyano için açıkçası aklımda hayal ederek yazamıyorum. Elim klavyede olmalı ve anlık olarak çalmalıyım. Konçertoyu bestelerken hep piyano başındaydım. Ellerim piyano müziğini oluştururken hayal gücüm de sahneyi ve orkestrayı kurguluyordu sürekli. Hepsi tamamlandığında sadece kağıt üzerinde ve nota programında müziği yazmak kalmıştı.
SOSYETE ART: Nasıl yarışma kazandınız?
BOGATAY KÖPRÜLÜ: Konçertomun ilk bölümü, kompozisyon için mezuniyet eserimdi. Bu amaçla çok sevdiğim Prof. Tolga Zafer Özdemir ile çalışmıştım. Sonra şeflik üzerine çalıştığım, hatta bir dönem Toulouse’da eğitim verdiği okulun sınavını da kazandığım, Prof. Sabrie Bekirova’nın teşvikleri üzerine tüm eseri tamamladım. O’na ithaf ettim. Zaten bitmek üzereydi müzik… Çalmak için orkestralara ulaşmak amacım kalmıştı ki İKSEV 10. Eczacıbaşı Beste Yarışması bu müzik türünde açıldı. Başvurdum ve eser finalistlerden oldu. Jüriden tam puan ve katılımcı oylamadan da üçüncülük ödülü aldı.
SOSYETE ART: Konçerto yazmanızda ilham aldığın bir eser veya besteci var mı?
BOGATAY KÖPRÜLÜ: O dönemde beni en çok bu türde yazmaya iten birkaç konçerto vardı: Rachmaninoff No.3, Tchaikovsky No.3 (tek bölümlü, nadir, tamamlanmamış eseri) ve ilginç bir şekilde Chick Corea’nın piyano konçertosu (Spain uyarlaması değil, onu bilen çoktur, bu ise hakiki konçertosu)
SOSYETE ART: Hiç sahne için ya da film için müzik bestelediniz mi?
BOGATAY KÖPRÜLÜ: Evet, tabiki. En son 2019 Sonbahar’ında Kar Konferansı isimli bir interaktif oyunun beste ve düzenlemelerini yaptım. Sahnede bir geniş oda orkestrası düzeni ile hem çalıp hem yöneterek bulundum. Daha önce de 5 sene kadar bir süre mezun olduğum Saint Joseph lisesinin efsaneleşmiş fransızca tiyatrosunun son yıllarında, müzik ve düzenlemelerini üstlendim, çaldım. Kısa filmler için yaptığım ses tasarımı ve bestelerim de mevcut.
SOSYETE ART: Evliliğinizde çocuk gelişiminde müzik nasıl bir rol oynuyor? Müzisyen bir baba nasıl olmalı?
BOGATAY KÖPRÜLÜ: Çocuk, insanın yapabildiği en büyük yaratım. Bunu çocuk sahibi olmadan söylemek imkansızdı benim için. Ancak doğan ve büyüyen bir bebeği gördükçe insan kendini ve doğasını daha iyi anlıyor. Müzik zaten hem karım piyanist Birce Polat hem de tüm ailemiz ile hayatımızda sürekli olduğu için çocuğumuz da bunu hayatın bir parçası olarak tecrübe ediyor. Özel olsun diye kulaklıklarla Mozart dinletmedik, asla… Ama annesinin karnında sahneye çıkmış, günlük 6-7 saat süren çalışmaları piyanonun tüm akustik gücüyle duymuş, benim beste çalışmalarımın bütün parçalarını dinlemiş ve bunun üzerine dünyaya gelmiş bir insan yavrusu nasıl olur zamanla göreceğiz. Belki asla müziği bir yol olarak seçmeyecek ancak çok iyi bir dinleyici olacağı ve her ne ile uğraşırsa uğraşsın müziğin çok yönlü zihinsel gücünden faydalanacağı kesin. Çocuk yapan herkese müziği hayatlarından eksik etmemelerini öneririm. Mümkünse de sözsüz, saf, mutlak, çok sesli klasik müziği…
SOSYETE ART: Hedefinizde neler var? Son projeleriniz ve planlarınız nelerdir?
BOGATAY KÖPRÜLÜ: Albüm çalışması sürdürüyorum tüm hızıyla. Detaylarını zamanı geldiğinde paylaşacağım. Çok güzel işler geliyor. Fırından çıkmak üzereler. Son olarak Gedik Sanat bünyesinde 7 besteci 7 yöreden esinlenerek Semplice Quartet bestelediğimiz bir projemiz tamamlandı. YouTube üzerinden dinleyebilirsiniz. Çok güzel bir çalışma. Her biri değerli çok hoş müzikler çıktı ortaya.
SOSYETE ART: Müzik sektörü hakkında genel anlamda neler söyleyebilirsiniz?
BOGATAY KÖPRÜLÜ: Bu konu dipsiz kuyu. Müzik sektörü öz müziğin en büyük düşmanı ve kanayan yarası. Evrenin ve zihnin sessel ifadesi olan bir var oluş biçiminin, önce ulusallaşmış akademik sanat adına sonra da endüstri adına, tüketim malzemesi haline getirilmesi çok üzücü. Ama böyle olmak zorunda, harika medeniyetimizde! Yoksa üniversite, film ve eğlence sektörleri bir saniye hayatta kalamaz…
SOSYETE ART: Kilise konserinizdeki atmosferi paylaşır mısınız okurlarımızla?
BOGATAY KÖPRÜLÜ: Çok keyifli bir ortam. Doğup büyüdüğüm semtin küçük kilisesi, All Saints Moda. İlgilenen insanlar çok içten, samimi. Sürekli olarak çalıyoruz orada ve büyük bir keyif alıyoruz. Bir çokları için sahneye alışmak adına başlangıç için ideal bir mekan. Ancak benim için anlamı ve keyfi büyük. Aile gibi olduk diyebilirim. Çok az yeri özler, zihnimde canlandırırım. Bunlardan birisi de orası diyebilirim. Dinleyici ile yakın bir ilişki kurulabilen sade ve müziğin doğasına tamamen uygun bir ortam. Mutlaka, düzenli konserlere o ortamı tecrübe etmek isteyen herkesi beklerim.
SOSYETE ART: Sizi Sosyete Art okurları sosyal medyadan nasıl bulabilirler?
BOGATAY KÖPRÜLÜ: Çoğunlukla instagram üzerinden. Kayıtlar veya projeler bittikçe YouTube kanalıma aktarıyorum. Konser veya etkinlikleri sosyal medyadan paylaşıyorum. İnternet sitem sürekli güncel ama artık kimse o yolu kullanmıyor sanırım. Gündelik takip için sosyal medya, detaylı bilgi için web sitesi üzerinden takip diyebilirim.