İnsanlar senaryo yazmanın değerini bilmiyor.
Halbuki taş devri insanı biliyordu. Çünkü konuşmayı bilmediği halde düşünmeyi öğreniyordu. Bir beyni olduğundan, hatta yıllar sonra o beynin taklidinin yapılacağından haberi bile yoktu. Sensörlü lamba gibi yaşıyordu. 5 duyu organı vardı. Sensörleri yani. Yaşamaya, vahşi, yaratıklara yem olmamaya çalışıyordu.
Şimşek çarpmasın, sele kapılmasın, üzerine ağaç yıkılmasın diye yavaş yavaş bir şeyler öğreniyordu. Yaşaya yaşaya, başına dertler geldiğinde kimi zaman telefat vererek. Sonra bu yaşadıklarını, o varlığından haberi bile olmadığı beyninin kaydettiğini bile bilmeden. Kendisini dahi zannederek başkalarına anlatma ihtiyacı duymaya başladı.
İşte o zaman yaşadıklarını taklit ederek, rol oynayarak yani, kendisini hatta başkasının yerine koyarak, canlandırmalar yapmaya başladı. Yüzlerce yıl sonra konuşmayı keşfetti, sonra yazmayı…. Kendini ifade etmek için çıkardığı seslere “lisan” dedi.
Rol oynayarak durumları canlandırmaya “dram” dedi, taklit etmeye “mimesis” dedi. Yaptığı işi, kaba saba değil de, özenle tasarladıktan sonra yine özenle gerçekleştirmeye de “sanat” dedi.
Sonra birkaç bin yıl sonra, yazıya ihtiyaç duydu, keşfetti. Yaşadıklarının birbirine benzerliklerini ortaya koyarak canlandırılması için onları “oyun” şeklinde yazmaya başladı. Mağara insanından farklı olarak. O yazamıyor ama sadece oynayarak anlatıyordu çünkü.
Kendi yazdıklarını oynayarak yaşamın içindeki durumlara ayna tutmaya başladı. Durumları (drama) yazmaya başladı. Bunun adına da “dramatize” etmek denildi. Ama acıklı hale getirmek değil.
Seçilen durumlar ne kadar yaşamı hatırlatıyorsa, yazılan diyaloglar ile kendileri arasında ne kadar benzerlik buluyorlarsa, o kadar başarılı oldu yazılan oyunlar ve onların oyuncular tarafından canlandırılması.
Oyun ne kadar iyi yazılırsa, oynaması da o kadar iyi oluyordu çünkü. Bu oyunların geniş kitlelere oynandığı alanlara da “Tiyatro” denildi.
Yazılan oyunlara “tiyatro oyunu” bu oyunları canlandıranlara da “tiyatro oyuncusu” denildi. Bu deneyime ortak olup izleyenlere de izleyici. Tiyatro, insanlığın gelişmesine ayna tuttu. İnsanlık deneyimlerini paylaştı. Shakespeare oyunlarında bu düşünceyi tekrarladı.
Tiyatro kültürü ile insanlık kendisini tanıdı. Sonra sinemayı keşfetti. Sinema için yazdığı durumlara “senaryo” dedi. Oyunculara da sinema oyuncusu denildi.
Daha sonra Amerika Kıtası keşfedildi. Amerika kıtasını keşfinden sonra orada yeni bir ülke kuruldu. Dünya da sinema bir mucize gibi gelişme gösteriyordu. Yeni bir çağ başlıyordu. Sinema da bu çağın mucizesi idi sanki.
Mağara devri insanının yaptığı durum taklitlerinden, hayat, insanlığı senaryo yazmaya, canlandırmaya ve renkli sinemaskop oynatmaya kadar getirdi.
Rus sineması, Avrupa sineması, Hint sineması, derken bir de Amerikan sineması çıktı ortaya. Merkezi Hollywood olan. Bu sinema için, “Amerika’yı Amerika yapan Hollywood’dur” denildi. Biz de Türkiye’yi Türkiye yapan bir sinema olsun istedik hep.
Diziler keşfedildikten sonra da, senaryoları bu anlayışla yazılan diziler oynansın istedik.. Mağaralarımızda, televizyonlarımızda izleyip, kendimize deneyim kazandıran, sevgi, saygı, başarı, gelişme isteği uyandıran. Etik, estetik ve ortak hukuk değerleri yaratan….
Türkiye’li olma mutluluğunu diri tutan….problemlere çözüm bulunabileceğini düşündüren…