Renan Koen, Piyanist / Soprano / Besteci
1) Maestro Bistro’ya hoş geldiniz. On parmağında yüz marifet olan sanatçılardan birisiniz. Sizi daha yakından tanıyabilir miyiz?
Çok teşekkür ederim : ) Hoşbuldum. Müziğe kendi isteğimle ve müzisyen olma niyetiyle 8 yaşımda klasik flüt ile başladım. 3 sene sonra hayatıma piyano girdi ve Ali Darmar ve Ayşegül Sarıca ile 40 sene süren bir yolculuğa başladık. Bu seneler içinde Paris’te kalarak Germain Mounier, Londra’da kalarak Maria Curcio ve Mark Swartzentruber ve Mimar Sinan Üniversitesi’nde Judith Uluğ ile çalıştım. Çeşitli master classlara ve derece aldığım yarışmalara katıldım. Paris’te Rueil-Malmasion Konservatuarında solfej, armoni ve form bilgisi okudum. 30’lu yaşlarımda Atina’da psikoloji temelli müzik terapi, eş zamanlı olarak İstanbul’da kompozisyon, jazz armonisi, elektronik müzik okudum. Müzik terapi’de besteciliğimin de içinde olduğu ve vaka örnekleriyle tezimi oluşturduğum kendi metodumla mezun oldum. Kişilerin ses hafızalar ile çalıştığım bu metodum, çok ilgi çekti ve çeşitli ülkelerde öğretmem üzerine talep gördü. Daha sonra Ece İdil ile başlayıp Şebnem Ünal ve Canan Özgür ile devam eden şan yolculuğum başladı. 2015 yılından itibaren eğitimi ve önemli bir deneyimi kapsayan Holokost dönemi bestecileri üzerinde yoğlunlaştım, New York Birleşmiş Milletler ve Carnegie Hall dhail olmak üzere dünyanın bir çok yerinde konferanslar, eğitimler ve konserler verdim, vermekteyim. Bu konuda Pozitif Direnç adlı bir kitabım ve aldığım ödüller var. Kitabımın yanı sıra Türk bestecilerinin solo piyano eserlerini içeren “Köprüler”, ailemin hikâyesini Sefarad şarkılarla konu alıp bu şarkıları klâsik formda yazdığım “Kayıp İzler Gizli Anılar” , Theresienstadt kampında yasak olmasına rağmen gerçekleşmiş piyano ve koro eserlerini konu aldığım “Holokost’u Anma /Uykudan Önce”, Ali Darmar’ın solo piyano eserlerini ve Ayla Erduran ile Ayşegül Sarıca’nın müthiş yorumu ile “Sessizliğin İçinden” keman-piyano eserinin konser kaydını içeren “Renan Koen ali Darmar Piyano Eserleri” ve Holokost eğitimimin ardından gelen Terezin’e öğrencilerle yaptığım March of the Music deneyiminin ürünleri olan “March of the Music” albümlerim var.
2) Şan tekniğine sahip olarak piyanistliği ve sopranoluğu, ayrıca da besteciliği bir arada bünyenizde barındırıyorsunuz. Şanın piyanoya katkılarını Ayşegül Hanım’dan biliyorum; Ferdi Bey kendisine şan dersleri aldırmış, bu sayede eserlerdeki cümleleri ifade biçimi şekillenmiş. Aynı şekilde Arcadi Volodos’un da piyanodan önce şan dersleriyle müziğe başladığı biliniyor. Disiplinler arası etkileşimin size kattıklarını bir de sizden dinleyebilir miyiz?
Ben disiplinler arası etkileşimi çok iç içe yaşıyorum. Bir çalışma içerisinde gayet tabii ki her biri ayrı zaman dilimlerinde yer alıyor hayatımda ancak disiplinleri öğrenmek isteğim müzikteki derinlikleri daha da daha da anlayabilmek, bir müzik metninin kendi dilini anlamaya daha da fazla yaklaşabilmekti. Besteciliğim eser yazmaya bir kanal olsa da daha çok insanları anlamaya çalıştığım müzik terapistliğimde hayata geçiriyorum.
Ben flüt ile başladım, daha sonra piyano ile devam ettim. Yani her zaman başka bir enstrüman aracılığı ile müzikten algıladıklarımı ve algıladıklarım doğrultusunda bende uyanan duygular, düşünceler, görüntüler, hayalleri tekrar müziğe verdim. Kendi bedenimin içinde saklı olan enstrümanım ile bu nasıl mümkün olur, acaba o zaman ne hissederim, müziği daha derinden hisseder miyim, benimle birlikte yürüyen ve onunla yürüdüğüm bir enstürman olmaz ise kendimi çok çıplak, çok desteksiz mi yoksa tam manasıyla ifade etmiş mi hissederim? sorularının cevaplarını bulmak üzere şan yolculuğuma başladım. Bu sorular halen katmanlarca derinlere giderek cevaplarını değiştiriyor zaman içinde. Piyano eserlerini anlarken müzik cümlelerinin belirlenmesinde çok yardımı oldu bana, her zaman cümleleri biliyordum gayet tabii aldığım çok iyi eğitimden ama daha da derinleşti ve nefes katıldı diyebilirim. Volodos düşündüğü ve Mompou’da yazdığı büyük, dramatik ifadeye önem veren ve ifade ettikçe derinleşen cümleleriyle hakikaten de şan geçmişini belli ediyor. Volodos’un Mompou’sunu çalışırken/çalarken, cümleleri bir kaç değişik ifade biçiminde düşündüm. Hepsi de ayrı bir katmanını anlattı eserin, çok ilginç çok katmanlı bir yazısı var Volodos’un. Ayşegül Sarıca’nın cümlelere verdiği önem keza öyleydi.
Şimdilerde dramaturji eğitimi almaya niyetliyim, müzikal ifadenin kendisi olmak nasıl olurdu? Sorumun cevaplarını bulabilmek için.
3) Kendinize örnek aldığınız sanatçılar kimler?
İsim isim vermekten ziyade, çalışı ile dürüst ve kalbiyle buluşmuş bütün müzisyenler beni çok etkiliyor. Tekniği olağanüstü ama mekanik olan müzisyenlerde müziği duyamıyorum, sanki bu yaklaşım bana sadece madde dünyasını anlatıyor. İdil Biret kendi belgeselinde piyanist Wilhelm Kempff’in bir ifadesini kullanmıştı “Çalarken ses dünyasına geçerim” dermiş büyük piyanist. O beni çok etkilemişti. Klasik müzik dünyası, icracı ve dinleyici fark etmeksizin sadece nasıl çalındığı ile ilgileniyor günümüzde. Tekniği iyi olan tek marifet gibi sayılıyor. Halbuki teknik zaten, bir eserin ruhuna, yorumuna ulaşabilmek için olmazsa olmaz bir şey. Müzik yapmak sadece teknik bir olay değildir. Bu yaklaşım bana çok materyalist geliyor, sanki bir makinadan beklenen unsurlar gibi. Bu yaklaşım beni çok üzüyor. Halbuki müzik bir trans halidir, konserler CD’ler yani müziğin ulaşmasına aracı olmuş tüm mecralarda canlılar başka bir dünyaya gitmek için müziğe adım atarlar. Müzik ruhu ile birlikte başka bir perpektif açar dinleyenlerde. Bu bir yarış olmamalı ama öyle günümüzde maalesef. Müziğin geldiği yer, müziği yaşamak asıl benim için bunlar önemli.
4) Bugüne dek kaydettiğiniz albümlerin her biri eşsiz ve arşivlik değer taşıyor. Son iki albümünüz benim için çok dikkat çekici; Holokost’u Anma “Uykudan Önce” ve Ali Darmar Piyano Eserleri. Bu şahsına münhasır repertuarın ortaya çıkış hikâyelerini okuyucularımızla paylaşır mısınız?
Ali Darmar benim 40 senelik piyano hocam. Yazdığı her eser çok değerli. Orkestra, bale veya piyano eserleri ayırt etmeksizin bir çoğunun besteleme sürecine şahit oldum. Bir piyanist olarak ta kendime çok yakın buluyorum piyano eserlerini, bir kısmının ilk seslendirilişlerini yapma onuruna eriştim. Artık benim içimde belirli bri olgunluğa gelince de kayıt ettiğim güne kadar yazılmış tüm piyano eserlerini bir albümde toplamak istedim. Albümün içinde 3 nesil birden olalım istediğim için, Ayla Erduran ve Ayşegül Sarıca’nın ilk seslendirilişini yaptığı “Sessizliğin İçinden” keman-piyano eserinin konser kaydının yer almasını ve iki piyano eserinde genç piyanistimiz Emir İlgen’in de albümde yer almasını istedim. Benim için müzik atalarıma bağlılık ve onlardan açılan yoldaki devamlılığı aktarmak çok önemli. “Sessizliğin İçinden” konser kaydının bulunması da çok hoş bir anı olarak kaldı zihinlerimizde. Ali Ağabey ile aradık taradık ve en sonunda kaydeden birisini bulduk, ondan rica ettik ve hemen bize yolladı. Cemal Reşit Rey konser salonunda gerçekleşen o ilk seslendirilişte ben seyirciler arasında yer alıyordum, gözlerimden yaşlar akmıştı dinlerken. Ayla hanım ile Ayşegül abla sanki müziğin kendisi olmuşlardı, enstrümanlar da kalplerinin bir uzantısı. Halen her seferinde dinlediğimde gözlerimden yaşlar akar. Özellikle bir yerinde, bir keman nasıl ağlarsa işte Ayla hanım öyle ağlatmış kemanı.
Holokost’u Anma/Uykudan önce albümü ise, seneler evvel Holokost şartları içerisinde Theresienstadt kampında yasak olmasına rağmen müzik bestelendiğini duyduğumda çok şaşırmış ve merak etmiştim. İnsanlıkları yerle bir etmeye yönelik, o çok soğuk şartlarda, giysilerin sadece bir kumaş parçasından oluştuğu, onlarca insanın tahtalar üzerinde yattığı, günlük gıda alımının 180 kalori ile sınrılandırıldığı – o da bulunursa o gıdalar- , iç çamaşırının yasak olduğu, dayağın, öldürülmenin, aşağılanmanın ve daha sayabileceğim onlarca korkunç şartlar içerisinde cezasının ölüm olduğunu bile bile eser bestelemeye devam etmek kararlılığı benim çok ilgimi çekti. Besteciler ve eserler isimlerine kolayca ulaştım ancak notalara ulaşmam yıllarımı aldı. Önce piyano ve koro eserlerini sipariş etmiştim. Onlar elime geçip belirli bir sayıya ulaştığında ise konser ve albüm çalışmalarına başladım. Thersienstadt bestecileri döneminin müzik akımlarının çok önemli bestecileri. Alois Haba, Schönberg gibi hocalar olan, Avrupa müzik tarihinin bestecilerini derinlemesine bilip o geleneğin form anlayışı içerisinde kendi müzik dillerini var edebilmiş çok kıymetli besteciler. Holokost şüphesiz ki büyük bir insanlık felaketi ancak aynı zamanda Avrupa müzik tarihine de atılmış çok keskin bir neşter. O besteciler yaşayıp öğrenci yetiştirebilseydi belki de müzik dünyası bugün kaybettiği derinliği, bir nevi yaşanan sığlıktan ziyade çok farklı bir yere giderdi diye düşünüyorum zaman zaman. Mesela Viktor Ulmann hem eleştirmen, hem besteci müthiş bir müzisyenmiş. Kamp içerisinde 20 tane müzik kritiği yazmış, ben de onları Ullmann’ın el yazılarından deşifre ettirip ve Almanca’dan tercüme ettirip Pozitif Direnç kitabımda yer verdim, bu kritiklerin ilk defa bir yerde ortaya çıkışı oldu bu sayede. Bu kritikleri okuduğumda, kendi müzik atalarını çok derinden tanımış, bu bazla hareket etmiş çok kapsamlı bir müzisyen olduğunu bir kez daha anladım Ullmann’ın. Müzik tarihinde her gelen dönem bir önceki dönemin bir sonucu olarak gelişmiş. Bu sanki bri yerde koptu gibi geliyor bana ve bu bağlılığı gördüğüm için de Gideon Klein, Pavel Haas, Viktor Ullmann, Zikmund Schull’dan oluşmuş Theresienstadt bestecilerine hayranlığım daha da fazla. Eserler elime geçtiği zaman çok kapsamlı bir okuma yaptım çünkü daha evvel çalınmış, bilinmiş bir referans noktası yoktu. İyi ki de olmamış çünkü hiç bir kalıba bağlı kalmadan daha net bir okuma yapabildim. Ve o zaman gördüm ki müzik atalarının formları içerisinde sadece kendi müzik dillerini zarif bir şekilde oturtmakla kalmamışlar aynı zamanda tarihin çarpıtalacağını anladıkları için bazı halk şarkıları ve marşları orada olan biteni anlatabilmek için çok ince bir şekilde eserlere işlemişler. Çok etkileyici.
5) Geleceğe yönelik yeni albüm çalışmalarınız var mı?
Bir kaç fikir var aklımda ama henüz olgunlaşma dönemindeler.
6) Sizi çok etkileyen, unutamadığınız bir konser var mı?
O kadar çok var ki, saymakla bitmez. Ama belki benim için her şeyin başladığı konseri anlatabilirim. 6 yaşlarındaydım, annemle birlikte İDSO’nun olağan konserine gitmiştik bir Cumartesi sabahı. Yeşim Gökalp bis olarak Chopin Nocturne çaldı. Ben sanki yıldızları gördüm gökyüzünde o çalarken, o notaların her birini yıldız gibi koydu gökyüzüne, çok etkilenmiştim ve sanırım orada müzipe aşık oldum.