MAESTRO BİSTRO RÖPORTAJI
Haber: ORÇUN ORÇUNSEL
– Maestro Bistro’ya hoş geldiniz. Sizi bir girişimci, sanatçı dostu bir sanat emekçisi ve bir yazar olarak tanıyoruz. Sizin sözlerinizle, sizi daha yakından tanıyabilir miyiz?
-Öncelikle samimi söyleşi davetiniz için teşekkürler… Hayatımın büyük bir kısmını İstanbul’da geçirdim. Önce okul sonra iş hayatı derken ve gençlik hevesim olan seyahat ve Dünya ülkelerini gezip görme isteğim artık yerini kurumsal ve köklü bir iş peşinde bu macerayı değiştirip kendi başıma yol almaya karar verdim. Üç yaşımdan beri Yıldız Alpar’dan Moda’daki okulunda bale eğitimi alırken eğitmen olmaya karar vermiştim. Şişli Terakki İlkokuluna giderken bile lider yönlerim beni sınıf başkanlığına kadar taşıdı. Bana güvenirdi arkadaşlarım ve severlerdi. Adil bir tarafım kendi karakterimin hep önündeydi. Sonraları merhamet duygum; acıma demiyorum, çok fazla beni dışarıdaki insanların görünüşlerini tartmaya itti ve bir kamera merceği gibi bakardım bazen anlamadığım kişilere… Babam ve annem beni çok gezdirdiler, neredeyse tüm Türkiye’yi dolaştım bu Hindistan’a kadar vardı ve ben dünyanın keyfini o zaman anladım; büyüyüp çalışınca ve heveslerimi değil beynimi kullanmayı öğrenince. Sanat; aile hayatımızda hep köklü olarak vardı, gerek Bedri Baykam sergi açınca AKM salonlarına seksenli yıllarda; koşarak tek başıma girerdim içeri ve çok etkilenirdim sanatından Bedri Abinin, gerekse rahmetli Osman Yağmurdereli dayımın televizyonlardaki şarkılarını beklerdim saatlerce müzik programlarında ve sonunda kendisiyle de prodüktörlük yaptığı yıllarda beraber görev alabildiğim dizi filmlere imza atmıştık; yeri doldurulamaz bir insandı… Ve tüm bu yelpaze içerisinde kendi ilhamınızın ne olduğuna karar veriyorsunuz ki bir gün ofisteyken Yağmur Ajans’ta kapı çaldı ve Dharma yayınevi editörü bana yazarlık teklif etti ve ilk yazarlığa adım atmam seri bir röportaj kitapları ile oldu. O gün bugün kendimce meraklı ve araştırmacı yönümü; hep dünya haberlerini takip ederek ve ülkemin sosyolojik ve psikolojik seviyesini düşünerek dengede ve kararında fazla abartmadan ve kimi notlar tutarak hep projem için yazdım ve arşivledim. Üniversitede maalesef Edebiyat değil Matematik bölümü kazandığımdan sanat dallarına olan ilgim ağır bastı ve İstanbul Üniversitesini ikinci yılın sonunda askıya aldım ve Boğaziçi Üniversitesinin Turizm dalında eğitim alıp beş sene kadar hem para kazanıp hem de otel yönetimlerinde görev alıp değişik ülkelerden insanları yakından tanıma deneyimim oldu. Bütün bunlarda ailemin desteğini hep yanımda hissettim ama kendim çabaladım; örneğin daha Boğaziçi köprüsü varken sadece annem dört saat trafiğe rağmen beni Beşiktaş’tan Kadiköy’e taşırdı veya Rahmetli babam ben kitap yazarken beni fazlasıyla desteklerdi gereken tüm teknolojik aletleri satın alırdı ve çok utanırdım çünkü çok pahalı ürünlerdi, ben de gereken sorumluluğu taşırdım. Başarı eninde sonunda gelirdi ama emek her şeydi. Bütün gün çaydanlıkta demlenen çaylarla yazı yazar, ressamların fotoğraflarını çerçeveletir, Taksimde dolaşıp yeni kültür ve sanat etkinliklerini takip ederdim. Tek sorun şuydu; sosyal medya yoktu bugünler kadar…Tarihi İstanbul sokaklarında gezer, sanatçı dostlarımla buluşur eve geri dönüp araştırmaya tekrar devam ederdim. Yaşadıklarımı hep yazı diliyle okurlarla paylaştım, gazete köşem oldu, dergi editörü oldum, yok yok yani…
Ta ki Koronaya kadar… Ve Sosyete Art’ı açmaya karar verdiğim güne kadar…
MAESTRO BİSTRO: Yeni kitabınız çıktı. Uğur getirmesini diliyorum! Saint Joseph Fransız Lisesi’ne dair anlatılan her hikâye, aslında İstanbul’un hikâyesidir. Siz de bizi İstanbul’un önceki yıllarına götürüyor ve 97 yılına kadar uzanan bir projeksiyon tutuyorsunuz. Kitabınızı biraz sizden dinleyebilir miyiz?
– Okula giden evladı olan her aileye uğur getireceğine inanıyorum Günce Yayıncılıktan yayınlanan kitabım Bonjour’un. O yıllarda gösteriş olan bazı engelleri kırdığımıza inanıyorum. Evet, okulum zordu ama bir o kadar da eğlenceliydi. Bunu Saint Joseph’liler biliyoruz. Kitabım seksen dokuz ve doksan yedi yılları arasında geçen okul hayatımı anlatıyor. Benden evvelde SJ vardı benden sonra da. Sadece anlatmak istediğim ne kadar güzel yıllar yaşadık doksanlarda buydu. Benim doksanlarım Saint Joseph’li arkadaşlarımla geçti. İnanın es geçip yazmadığım o kadar anı var ki. Belki ayıp bile olmuştur kimi arkadaşlarıma. Okuyunca anlayacaksınız ki gerek okul disiplininden farklı olan felsefesi gerek öğrenciyi sıkmayan ve tercihlerini sorgulayan bir eğitmen kadrosu gerek güven aşılayan ve insan olmayı öğreten kuralları ile büyüdük diyebilirim. Bugün geçmişe bakınca yazma ihtiyacı duydum. Kalın bir anı kitabı değil ama yeterli bence. Okuyunca kardeşliği ve eşitliği hissedecekler. Belki sadece okulu anlatsaydım daha uzun ve değişik bir akademik kitap olurdu ama ben kendi anılarımla süsleyip şaşkınlığımı gizlemeden, dostluğun önemini o yıllardaki yerini günümüzdeki gibi hırsa bırakmaması gerektiğini ve özellikle eğitimin önemini kendimce anlatmaya çalıştım.
Kitabın ikinci bölümünde dünyayı gezmiş değerli SJ’li arkadaşlarımın fotoğraflarını kullanarak bir Türk gencinin eğitim yolunda başlayan ışığının geldiği noktayı vurgulamak istedim. Tarihteki ünlü Saint Joseph’lilere de yer verdim. Sonuna doğru ise eserimin İstanbul Kadıköy Moda ilçesindeki ünlü mekanlara çünkü hayatımızın uzun bir serüveni oralarda nefes aldı…
MAESTRO BİSTRO: Benim arkadaşlarım arasında Saint Joseph’liler en sevdiklerim arasındadır. Bunun tesadüf olduğunu düşünürdüm ancak siz bana böyle olmadığını gösterdiniz. Sizce bu “kalite”nin kaynağı nereden geliyor?
– İyi bir eğitmen kadro. Eşitlik. Kardeşlik. Bireysellik. Bütünün parçası olmak ama özel olmak…
MAESTRO BİSTRO: Aslında kitabınızın bizi götürdüğü yıllar, sadece biz “son analog nesil” için değil, tüm dünya tarihi için önem arz ediyor. 21.yüzyılla birlikte her şey hızla “metalaşmaya” başladı. Siz bu değişimi kucaklayabilen birisiniz. Sizce okuyucu da bu hızlı değişimle barışabilecek mi?
-Ying Yang gibi bir felsefi soru bu. Bana bu soru sarmal fractal gibi geldi. Tabii ki illa herkes her şeyi yapmak zorunda değil. Yaparlarsa ve çağa ayak uydururlarsa daha uzun yaşamış olurlar. Hem geçmiş hem gelecek aynı anda yaşanabilir ama denge çok önemli saygı kurallarını geçmeden belli bir çizgide insan her yerde insandır ve kimse yaşanacak anlara mani olamaz belli bir kuralı vardır dünyanın dışına çıkarsanız dışlanırsınız farkına bile varmazsınız. Her şeyini kaybetmiş bir insana metadan bahsedemezsiniz; vicdan bunu engeller. Fazla derinleştirmeden bilginin gerektirdiği kadar hızlı olmaya çalışmalıyız. Kimi insanlar yalnızlıktan hoşlanır kimi karanlık kimisi de ilkellikten. Kalp ve beyin gücü birdir önemli olan yaptığının en güzelini dünyamıza bırakmak bir an evvel. Çağ değişti bile… Ölümler fazlalaştı… Allah herkese yardım etsin. Evet barışabilecek.
MAESTRO BİSTRO: Kendinize örnek aldığınız kişiler kimler?
Özel hayatımda harika bir kalbi olan teyzemi örnek alırım. Dünyada ise çok var inanın, hem arkadaşlarımın güzel yanlarını unutmam hem de bilmediklerimi anlamak istemem çok fazla.Fazla bakarım ama boş bakmam illa idrak ederim o yüzden esnaftan müdürlere kadar her gün örnek bir laf kulağıma takılır diyebilirim.
MAESTRO BİSTRO: Geleceğe yönelik projelerinizden bahsedebilir misiniz?
-Sanatçılar ile büyük bir kuruluş. Harika bir mekan arayışı içerisindeyim. Sanatçının tarz ve isteklerine dair her şey.
Müzik festivalleri… Belgeseller… Canlı söyleşiler… Sergiler… Geziler…
A’dan Z’ye sanat yani…
MAESTRO BİSTRO: Sizi etkileyen, okuyucularımızın da ufkunu açacağını düşündüğünüz düşünürler ve yazarlar kimler olabilir?
Erhan Altunay diye yazarsam başka isim yazmam. Bence tutkuyla dünyaya bağlı olmanın kelimelerini Erhan yazmış.
MAESTRO BİSTRO: Sizi etkileyen, hayatınızda düstur edindiğiniz bir söz, bir felsefe var mı?
Felsefe çok yok ama sabrı bilene her şeyin daha kolay olduğunu düşünüyorum. Uzakdoğu felsefelerini anlar ve severim.
MAESTRO BİSTRO: Kalemine güvenen, yazarlık alanında çalışmaya ilgi duyan gençler için tavsiyeleriniz nelerdir?
– Kalem ve defterlerini sabit bir yerde bulundursunlar, akıllarından geçenleri okuyup anlayıp dünyada gördüklerine benzetmeden yazmayı denesinler. Sonra yavaş yavaş profesyonelleşerek insanların nelere güldüğünü nelerle hüzünlendiklerini anlasınlar. Unutmasınlar ki okunmak için değişik bir konu bulmak lazım. Çalakalem yazmasınlar, bir çerçeveden yazı dili bir diğerine atlamasın. Eğer bir senaryo ise kurgu için bir yönetmenin farklılığını bilip düşünsünler. Başarı getirmesi için fikir alabilecekleri insanlara da ulaşsınlar. Daha çok yazarım aslında da önemli olan kişisel yetenek…
Fix Menü:
-Hayatınızı değiştiren, çok etkilendiğiniz bir sanat eseri var mı?
Rembrandt. Salvador Dali.
-Hayatınızı değiştiren, çok etkilendiğiniz bir “kahramanınız” var mı?
Spider Man
-Bir film veya roman karakteri olsaydınız hangisi olurdunuz?
Ezoterik kim varsa filmde ve romanda fark etmez o olurum.
Nerede yaşamak istersiniz?
İngiltere.
– Bir kereliğine geçmişe gidebilme şansınız olsaydı, bunu kiminle tanışmak için kullanırdınız ve ona ne sorardınız?
Mustafa Kemal Atatürk. Bin yıl sonra ne olacağını.
Hayatınızda hiç yeri olmayan, varlığına ihtiyaç duymadığınız bir sanatçı var mı?
Sibel Can.
-En sevdiğiniz müzik eseri hangisi?
Deep Tech House olsun yeter.
-En sevdiğiniz roman hangisi?
Eskilerden ama ”Şibumi” ve ”Solaris”
-En sevdiğiniz film hangisi?
Günümüzde birçok var. Ne şanslı çocuklar var…
-Son olarak, sizi takip etmek isteyenler için sosyal medya adreslerinizi paylaşır mısınız?
Facebook: Suna Baykam Sapan
Facebook: https://www.facebook.com/groups/139803851034894
İnstagram: suna_baykam_sapan
İnstagram: sosyete_art