35,0476$% 0
36,4029€% 0.03
44,1622£% 0.07
2.915,86%-1,93
2.595,20%0,13
9.915,76%-0,95
YAZAR: BEYAZIT KAHRAMAN
Dilbilimciler, insan topluluklarının tarihsel süreç içinde, farklı zaman dilimlerinde, yeryüzünün değişik coğrafyalarında, yaşamda kalma savaşımı verirken ve iş üretirken oluşturdukları her doğal dilin canlı bir varlık olduğunu ileri sürerler.
Öyle değil midir? Diller de öteki canlı varlıklar gibi doğuyor, gelişiyor, değişiyor, başka dillerden etkileniyor ya da başka dilleri etkiliyor, varsıllaşıyor, güçleniyor, zayıflıyor, bozuluyor, yozlaşıyor, sayrı düşüyor hatta ölüyor.
İnsanlık tarihindeki ölü dillerin sayısını tam olarak bilemiyoruz. Bundan 20 yıl kadar önce her yıl ortalama 20 dilin öldüğü söyleniyordu. Son yıllarda bu sayı üçe, dörde kadar düşmüş. Dillerin ölmemesi için çabalanıyor fakat bu çabalar yeterli olmuyor demek. Bir dili konuşan son kişi de yaşamını yitirince o dil ölmüş sayılıyor. Demek, dili insanlar yaratıyor ve yaşatıyor. Öyleyse bir doğal dili konuşanların çokluğu çok önemli.
İnsan topluluklarının anlamlı sözcükler söylemeye, kendi topluluklarına özgü bir dil üretmeye ne zaman başladıklarını da tam olarak bilmiyoruz. Bilimciler bunu da araştırıyorlar. Yeryüzündeki tüm insanların aynı anda konuşmaya başlamadıklarını da anlayabiliyoruz.
Dillerin nerede, ne zaman üretildiğini saptamak ve belgelere dayandırmak gerek kuşkusuz. Bilimsellik bunu gerektirir.
Eldeki verilere göre Türkçemizin ilk yazılı kaynakları Orhun Irmağı kenarında bulunan yazıtlar. Bilimsel araştırmalar bu taşların 725 yılında yazdırılıp dikildiğini ortaya koydu.
Günümüzde Moğolistan sınırları içinde kalan bu yazıtlar Bilge Kağan, Kül Tigin adına Yolluğ Tigin tarafından yazılmıştır. Tonyukuk yazıtı ise bizzat Tonyukuk tarafından yazılmıştır.
Varlığı 1889 yılında Rus bilgini Yadrinsev tarafından ortaya çıkarılan yazıtlar ünlü Türkolog Radloff tarafından ayrıntılı olarak incelenmiştir. Danimarkalı dilbilimci William Thompsen tarafından okunabilmiştir. Yazıtların üç cephesi Göktürk abecesiyle, bir yüzü ise Çince yazılmıştır.
Bu bulgular, Türklerin kendilerine özgü bir “abece”leri olduğunun kanıtlarıdır. Atalarımızın yaşadığı korkunç tarihsel acılar Türkçemizde de önemli değişikliklere neden olmuş. Din değişikliği, abecemizin de değiştirilmesine neden olmuş. Türkçeyi bırakıp Arapça, Farsça konuşanlar başa geçmiş. Türkçe aşağılanır olmuş. Bir ulusun yöneticileri, atalarının anadilini bırakıp yabancı bir dili yeğler mi? Bir ulusun sanatçıları, öz dilini bırakıp başka bir ulusun diliyle şiir yazar mı? Bir ulusun yöneticileri, atalarının Türkçe adlarını bırakır da başka bir ulusun söylencelerinde gördüğü “Keykubat, Keykavus, Keyhüsrev” gibi adları kendi çocuklarına ad olarak yeğler mi? Bunlar yaşanmış yazık ki. Yozlaşma başka nasıl olur? Tertemiz bir dil başka nasıl bozulur? Ulusal bilinç yitirilince elbet.
Selçuklularda ve Osmanlılarda dozu artan yozlaşma, halkın çok geniş bir kesiminin bilisiz kalmasına da neden olmuş. Kullanılmayan birçok Türkçe sözcük unutulmuş. Bu büyük darbe bin yıl kadar sürmüş. Kendi abecesini bırakıp başka bir ulusun ses düzeni Türkçeden bambaşka olan abecesiyle yazmak çok büyük bir bozulmaya yol açmış.
Kimi aydınlar, Osmanlı’nın son döneminde bu bocalamadan kurtulmak için çözüm arayışına girişmişler fakat düşüncelerini açıkça söyleyememişler. Yabancı bir dile “kutsallık” yüklenince insanın düşüncesini seslendirmesi de büyük bir yüreklilik istiyor. Üstelik halkın dili, Türk kökenli olmayan Osmanlı hanedanı tarafından “bilgisiz insanların kaba dili” diye aşağılanınca…
“Ulusal kurtuluş” başarılınca yeni devletin “kuruluş” aşamasında dil sorununa da çözüm üretme yürekliliğini yine devrimci önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk göstermiş. 1928’de büyük bir atılımla benimsenen yeni Türk abecesi geniş halk kesimlerinin kısa zamanda okuma yazma öğrenmesini sağlamış. Türk ulusunun öz dilini yaşatma girişimi böyle başlamış ve sürüyor.
26 Eylül 1932’de toplanan Türk Dil Encümeniyle büyük bir devrim daha başlamış. 16 ayrı dilden sözcüklerin özellikle Arapça ve Farsça dilbilgisi kurallarına göre düzenlenmesiyle yüzyıllar içinde ortaya çıkan anlaşılmaz bir ucube olan Osmanlıcadan kurtulma çabası, Türkçe köklerden Türkçe yapım ekleriyle yeni sözcükler türetme çalışmaları dilimizi varsıllaştırmış ve halkımızı yabancı sözcüklerden bir oranda kurtarmış.
Bu önemli tarihi dil bayramı olarak kutluyoruz ve bu yıl doksanıncı yıldönümünü yaşadık. Anadilimizi yaşatma ve güçlendirme devrimimizin 90. yılı kutlu olsun.
Dil Devrimimiz, dil bilinci kazanmış insanlarımızın çabalarıyla güçlenerek sürüyor. Atatürk’ün Dil Devrimini savunan ve koruyan dilbilimcilerimizin ve dilcilerimizin kurduğu Dil Derneği, görevini, Sevgi Özel’in başkanlığında büyük zorluklara göğüs gererek yerine getirmeye çalışıyor. Dil Derneği’nin yayın organı olan Çağdaş Türk Dili dergisi dilseverlerin muhakkak sürdürümcü olup okuması gereken en yararlı dergilerden biridir.
Dilimizi yaşatma ve geliştirme savaşımını sürdürenlere büyük borcumuz var.
Beyazıt Kahraman
YTÜ emekli öğretim görevlisi
‘ÖLÜMLE DANS EDEN PAPATYA’
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.