Avusturya’da olanlar…
Macaristan çalıştayının hemen arkasından Avusturya’daki çalıştaya da davetliyim ya… Eh.. İşte artık yolundayız… Juli, Zita ve ben… Bizi sevgili kardeşim Julianna Illes Major’un eşi Tamas götürecek aracı ile bizi davet eden sevgili Melinda Horvath’ın yazlığına kadar. Oradan Melinda’nın aracı ile devam edeceğiz. Kışlık ev Avusturya Wiener’de. Wiener’e “Yeni Viyana” da diyorlar. Biz orada kalacağız…
Hava güneşli, ancak ara ara küçük gri bulutlar var. Sanırım akşam yağmur yağacak. Yolculukta Tom Jones dinliyoruz. Müzik de ortak birleştirici…
Göstermelik bir sınır kapısı… Kimse ilgilenmeden geçtik Avusturya’ya… Nasıl özendim bilemezsiniz… Sınır kapılarında biz Türkler’i biraz hırpalıyor çünkü kimi devletler… Avusturya’ya girdik sağanak yağmur başladı. Radyoda Travolta çalıyor, benimse ruhum dans ediyor…
Melinda güzel bir sofra hazırlamış, karnımızı bir güzel doyurduktan sonra onun aracı ile yola devam ediyoruz.
Melinda güler yüzlü, sıcak kanlı. Her zaman olduğu gibi Juli’m anlaşmamıza yardımcı oluyor sağ olsun. Çünkü o çok güzel ve düzgün Türkçe konuşuyor. O olmadığında yine tarzancam devreye giriyor ya da Google çeviriden canlı programı ile anlaşıyoruz.Benim onları ve ülkelerini merak ettiğim kadar onlar da beni ve memleketimi merak ediyorlar.
Juli Atatürk’ün özetle yaşamını, neler yaptığını, özellikle kadın haklarını övgü ile anlatıyor Melinda ile Zita’ya… Sözcükleri bilmediğim halde tüylerim diken diken gururla dinliyorum. Sonra 10 Kasım saat dokuzu beş geçe anma videosunu açıyor… Saygı ile izliyorlar… Ben de gözlerim dolu…
Sevgili Melinda bizi evinde konuk ediyor Julianna, Zita ve beni… Aracı ile gezdiriyor, atölyeye götürüp getiriyor…
Atölyede sanat oluşumunda bulunan arkadaşlarla tanışıyorum. Oluşumun Başkanı Jean Pier Massanetz… Kısaca Gabi diyorlar ona. Ayrıca bir de Gabi hanım var.Sempatik bir bey giriyor içeriye adı Agust… Ve “Türk kadın nerede?” diye soruyor. Meğer resim dışında güvercin merakı da varmış. Sosyal medyada “posta güvercinleri” diye bir grupları varmış ve oradan çok Türk arkadaş edinmiş. Heyecanı ondanmış. Bizi evine çaya davet ediyor. Ertesi gün gidiyoruz. Pek çok çiçek, bitki ve ağaç olan büyük bir bahçenin içinde yine çok katlı güzel bir evi var. Bize nefis bir meyveli tart ile çay ikram ediyor. Kendi pişirmiş, henüz sıcak… Bahçede kiraz, erik, dut… Gibi bildiklerimin dışında tanımadığım ve şapur şupur meyvesini dalından koparıp koparıp yediğim ağaçlar var.
Wiener’de çok Türk, çalıştırdıkları süpermarket ve işyeri var. Arabaların bile arkasında sevgili adları yazıyor. Tolga ile Esra gibi…
Öyle ki Türk markette Türkçe konuştum, zaten başka dil de bilmiyorum ya… Sandım şaşıracaklar, sevinecekler… Kimse umursamadı!..
Mevlana market, bozkır kebap, Antalya restoran…
Türk Turizm acentesi bile vardı. Duvarında iki konser afişi… Biri Duman, biri Koray Avcı…
Hatta bir ara yolu şaşırdım, çocuğuna seslenen bir Türk bana tarif etti… O da şaşırmadı Türk oluşuma… O kadar yani!.. Sanki memleketteyim!..
İlk gün atölyede biraz resim çalıştık. .
Resim yaparken zaman nasıl geçiyor farkına varmıyorum… Taaa ki “hadi gidelim” denilene kadar…
Hele bir de resim güzel gidiyorsa deymeyin keyfime…
Ertesi gün gri bir yağmurlu sabah Juli çorap hırka verdi, Melinda da pembiş spor ayakkabısını. Masum İzmirli… Orayı da sıcak sanarsan üşürsün işte böyle!..
Macaristan ya da Avusturya’ya gelecekler aman deyim… Çorap, kapalı ayakkabı, yağmurluk hırka vs alın sizin bir Melinda’nız ve Julianna’nız yoksa eğer.
Yola çıktık, benzinlikte Melinda benzinini kendi doldurdu. Çalışan yok bu iş için…
Bir insanın ressam olduğunu nasıl anlarsınız?..
Ya üstü başı, ya da eli yüzü boyalıdır mutlaka…
Bulaştırmıştır bir yerlere bizim gibi…
Onlar bana Macarca-Almanca, ben ise onlara Türkçe öğretmeye çalışıyorum. Arada bir Google çeviri imdadımıza yetişiyor. Öyle böyle bal gibi anlaşıp bol bol gülüyoruz. Artık iyice gelişmiş olan Tarzancama ise bayılıyorum.
Uluslararası bir dil…
Her zaman şükrediyorum tanrım bana bu yeteneği verdiği için. Çünkü sanat olmadan bunların hiç biri olmaz, bu arkadaşlarla tanışamaz ve buraları göremezdim…
Bir sonraki gün öğleden sonra merkezin biraz dışındaki Cam müzesini gezmeye gittik. Bir anne ve oğlu iki sanatçı çalıştıkları eserleri sergiliyorlar. Ancak muhteşem bir müze. Daha girişte aynalar, camlar ve cam mozaikler ile yapılmış büyükçe bir şato dekoru. Giriş ücretli. Camın her halini çalışmışlar. Avizeler, bizim ceşm-i bülbülümüz gibi vazolar, hayvan figürleri, cam boncuk tasarım takılar… O kadar çok çalışma var ki… Büyükçe beş-altı dükkanı doldurabilir. Cafe de var, mini bir göl de… Gölün içinde gerçek kırmızı balıklar da, camdan flamingo ve hatta cam timsah da…
Bir aynalar odası var… Üç kişi girdik… Bir baktık onlarca kişi görünüyoruz. Harikaydı…
Son atölye günü akşama doğru güneş nihayet yüzünü gösterdi. Bir sevindim, bir sevindim… Çünkü ertesi gün sergi olacak açık havada…
Nihayet sergi günü geldi çattı…
Büyükçe bir park, yemyeşil… Dallarını göğe uzatmış muhteşem görünüşlü ağaçlar… Her sanatçıya kafesli metal panolar vermişler. Üzerinde adımız yazılı. Biz dört arkadaş Julianna, Melinda, Zita ve ben yanyanayız. Belediye Başkanı tarafından açılış oldu. Organizasyonun sahibi Jean Pier bir konuşma yaptı. Akşama doğru bir orkestra şarkılar söyledi…
Burada yaşlı nüfus çoğunluk. Seksenini bile geçmiş kadınlar bisiklete biniyor. Bisiklete binmeyenler ise pazar arabası gibi bir yürüteç ile yürüyorlar. Eve kapanmıyorlar yani…
Bu gün sergide ikinci günümüz. Güneşli ve hafif rüzgarlı bir gün…
Dün iki resmim satıldı, sevindim…
Onlarda da ekonomik kriz var. Karşılaştırma yapıyoruz. Kimi konularda biz, kimi konularda onlar iyi… Anlaşılan dünya sarsıntıda… Sergi bitti. Sonraki gün beni Viyana’ya gezmeye götürdüler.
Sanat Şehri… Rüya gibi bir yer… Tarihi açık hava müzeleri… Belvedere sarayı… Bahçesinde harika heykeller… Tarihi muhteşem yapılar… Sanırım uzun süre boynum ağrıyacak binalara bakmaktan. Her yerde bir sanat eseri… Kalabalık… Turist kaynıyor. Şehri faytonlarla geziyorlar…Bir pastaneye girdik, çalışan kızlar da Türk…
Oradan sanat müzesine gittik. Dünyaca ünlü pek çok sanatçının eserlerini yakından görmek benim için heyecan verici, paha biçilmez bir şey. Saatlerce gezsek yine de layıkıyla gezdim diyemem…
Viyana rüyasından sonra Macaristan’a döndük.
Sağ olsun Tamas bizi çok güzel gezdirdi. Balaton gölü ve çevresinde gezilesi, görülesi yerlere götürdü.
Dini özelliği de olan ağaçlı yeşillik güzel bir tepe var. Siyah büyük bir kaya var. Üstüne oturup Balaton gölüne sırtını dönerek dua edersen bir daha geliyormuşsun oraya. Sanırım yine gideceğim…
Kestey ve Rezi şehirlerini de gezdik…
Akşam yorgun eve gelince erkenden “Kitap okuyacağım” diye odama çekiliyordum…
Elbet benim akıllı kardeşim Juli’m buna inanmadı… Sonraki gün “Olur, fakat sessiz oku!..” dedi… Ben mahcup…
Her güzel şey gibi bunun da sonu gelmişti. Bir insana ancak öz kardeşi böyle bir fedakarlık yapar.
Gece üçte hepimiz kalktık. Tamas durağa kadar götürdü bizi. Otobüs gelip biz binene kadar da bekledi. Bir aksilik olursa Budapeşte’ye kadar götürmek için. Arası iki buçuk saat Vonyarchvasheg ile Budapeşte’nin. Juli’m benimle geldi… Otobüs… Metro… Otobüs… Derken havaalanına geldik. Uçağa bineceğim zamana kadar beni bekledi tatlı kardeşim. Kardeş olmak için aynı anne, aynı babadan olmak gerekmediği kadar aynı milletten, aynı dinden de olmaya gerek yok… İnsan olmak yeter!..
Gökyüzünde bulutları seyrederken bunları düşündüm uçakta…
Sonra bülbülü altın kafese koymuşlar örneği…Türküleri özledim. Evime varınca radyomu açacağım, bir bardak da demli çay… Türkü söyleyeceğim…