Ezoterik Yaklaşımı ile Eray Emin Aydemir

Sanatın insanı tekâmül sürecinde daha ileriki aşamalara götüren en önemli enstrümanlardan biri olduğunu düşünüyorum. Farklı zevklere ve düşüncelere hitap eden sanat, zamanın akışı içerisinde sürekli kendini yenilerek aynı zamanda geçmiş ve gelecek ile bir bağlantı kurar.

Edebiyat sanatının gizleri insanın ruhunda saklı. Dostoyevski okuyan biri o dönem yaşanan üzüntüleri ustanın kaleminden okurken günümüzde de aynı üzüntülerin, hayal kırıklıklarının, nadiren de olsa mutlulukların yaşandığını görebilir. Edebiyatın en büyük sırrı onun zaman ve mekândan bağımsız olmasıdır çünkü sadece beyne değil ruhlara da hitap eder.

-Sizce bilim ve bilimsel düşünme nedir?

Bilim, doğrulama ve doğal olarak bir yanlışlama mekanizmasıdır. Eldeki verileri değerlendirir. Bunları ölçer, test eder ve sonuçlandırır. Bu yüzden metafizik konular bilimin alanına girmez. Bu bağlamda bilimsel düşünce aslında rasyonel düşüncedir. Bilimsel düşüncede fantezilere, hayallere yer yoktur. Her şey matematiğin hâkimiyet alanındadır.

-İnsan gibi aynı zamanda akıllı bir varlığın ezoterizm gibi bir yola sapmasının nedenleri nelerdir?

Bilim tanımlarken ifade ettiğim gibi sistem matematiksel bir alanda çalışır. Bu alanda her şeyi ölçebilir veya ölçemediğiniz şeylerle ilgili tutarlı tahminler üretebilirsiniz. Ezoterizm “nasıl” sorusuyla değil “neden” sorusuyla ilgilenir. “Neden buradayım?”, “Bu hayattaki amacım ne?”,  “Öldükten sonra bana ne olacak?” gibi sorular ezoterizmin alanına girer. Burada kişisel deneyimler ortaya çıkar.

Shakespeare Hamlet isimli eserinde “Gökte ve yerde, Horatio, sizin felsefenizde hayal edildiğinden daha fazla şeyler var” der. Ezoterizm hayal edilenden daha fazlasına yürünen bir yolculuktur. Kişisel bir yolculuk. Ayrıca bunu bir “sapma” olarak görmemek de gerekiyor. Sir Isaac Newton dünyanın sayılı fizikçilerinden biri olmasına rağmen ezoterizmle de yakından ilgiliydi. Örnekler çoğaltılabilir.

-Dostoyevski örneğinden hareketle; insanlık yazın tarihi boyunca, kutsal metin ve kitaplar başta olmak üzere Hint, Mısır, Sümer ve Shakespeare dediğimiz anda zihninizde canlananlar nelerdir?

Hint medeniyeti ile ilgili olarak aklıma gelen ilk gelen şey Ramayana ve Mahabharata destanları. Tek kelimeyle muazzamdırlar. Sümer medeniyetinin oluşumu, devamında gelen medeniyetlere aktardıkları bilgiler insanlığın şu an içinde bulunduğu sosyal seviyenin ilk adımlarından biriydi. Shakespeare tıpkı Dostoyevski gibi insanın iç dünyasını çok iyi gören bir usta. Kutsal metinlerin hepsi içinde bulunulan çağın sosyal yapısını anlamak adına bulunmaz hazineler.

-Son kitabımızda hareketle; Hıristiyanlık gibi bir yelpazenin içinde ucundan kıyısından yer almış bütün insekt, tarikat, grup, kurum, kuruluş ve nihayetinde Vatikan gibi müesses bir nizamın Aydınlanma karşıtı yapılara etkisi ve günümüzdeki gücü hakkında belirtmek istedikleriniz nelerdir?

Hıristiyanlık özelinde şu an temel olarak Vatikan’a dayalı Hıristiyanlığın bu inancı gerçekten yansıtıp yansıtmadığı üzerine düşünmek gerek. Anlatılanlara göre Hz. İsa fakir bir insandı. Vatikan’daki papalık müessesesi büyük bir servetin üzerinde yaşıyor. Burada bir çelişki söz konusu. Ayrıca dinler bir noktaya kadar değişime sıcak baksalar da bir noktadan sonra dogmatiktirler. Bu yüzden panteizm, panenteizm gibi farklı bakış açılarına pek sıcak bakmazlar. Bunu bütün dinlerde görürüz.

Giordano Bruno bu yüzden yakıldı.

-Bir görüşe göre; Corona Krizinden en karlı çıkan kurum yine Vatikan’dır çünkü hayatını kaybedenlerin çoğu yaşlı insanlardı ve miraslarını kiliseye bağışladılar, nasıl değerlendirirsiniz?

Bu görüşle ilgili fikir belirtebilmem için elimizde veri olması gerekiyor. Maddi bir konudan söz ediyoruz. Böyle olsa dahi sonuçta bu o kişilerin paraları. Diledikleri yere bağışlayabilirler.

-Vatikan’ı ayakta tutan sizce nedir, insan zaafları sorununu nasıl çözebiliriz?

Vatikan’ı ayakta tutan tabii inananları. İnsan zaaflarının çözümü süreci zaman alan bir dönüşüm süreci aslında. Zaaflarımızın hepsinin yok olacağı umudu bir ütopya. İnsan kendi için yapacağı yolculuğun yanı sıra bilimsel keşiflerle daha üst bir yaşam formuna evrilebilir. Ancak kusursuz bir insan bizim evrimimizde mümkün değil.

-Suna Baykam’ın sorusu: Ezoterik kitaplar ilgi görüyor okurlar tarafından. Takip ettiğiniz ve araştırdığınız konular nelerdir, gelecek kitaplarınızda hangi konularda yazacaksınız?

Ezoterik kitapların ilgi görmesinin nedeni, insanların biraz önce bahsettiğim “Bu hayattaki amacım ne”,  “Öldükten sonra bana ne olacak” gibi sorulara daha fazla kafa yormaları ve yeni cevaplar aramalarından dolayı kaynaklanıyor. Nazilerin dine bakış açısıyla ilgi çıkan son kitabımın ardından bir sonraki kitabım Ölümsüzlüğe Uyanış serisinin ikinci kitabı olacak. Ölümsüzlüğe Uyanış – Ezoterik Bir Yolculuk ilk kitaptı. Musevi mistisizmi, Hıristiyan Gnostisizmi, İslam Tasavvufu ve Şamanizm üzerine çalışmalarım devam ediyor. Okuyucu ilk kitapta olduğu gibi yine farklı boyutlara seyahat edecek.

-Batı medeniyetinin direklerinden biri sayılan Almanya gibi bir ülkede sizce Adolf Hitler ve egemenliği nasıl gerçekleşti, ViziGot-OstraGot ayrımında tespit ettikleriniz nelerdi?

ViziGot-OstraGot kavramından daha çok toplumun motivasyonuna dikkat ettim ve Nazi Dini Hitler’in Gizemleri isimli eserimde bu konuya ciddi bir yer ayırdım. Almanlar temel olarak hiçbir zaman Hıristiyan bir toplum olmadılar. Her zaman Pagan özellikleri onlarla beraberdi. 1. Dünya Savaşı’nın ardından gelen yıkım, aşağılanma hissi, Ruhr bölgesinin Fransız ve Belçikalı askerler tarafından işgali, bir sucuk ekmeğin 4 milyar mark fiyatına yükselmesi yani korkunç enflasyon onları büyük bir intikam duygusuna itti. Hitler ve propaganda ekibi de bu duyguyu ciddi şekilde besledi. İntikam ateşini sürekli harladılar başka bir ifadeyle. Medyanın gücünü unutmamak lazım. Propaganda o kadar keskindi ki Alman halkı Zweig gibi birçok aydınının sesini duyamadı.

-Almanların hiçbir zaman Hristiyan bir toplum olmadıkları savınızdan hareketle, CDU gibi bir parti ve Protestan kültür etkisinden önce Roma dönemi kavgalarda Attila ve Alman ilişkisini nasıl değerlendirirsiniz?

Almanların dine bakışı özel bir konu. Onların dini yapılarını incelerken savaş tarihini de inceliyorsunuz. Fransa ve İtalya gibi dinin hayatın her alanında hüküm sürdüğü dönemler Alman tarihinde çok azdır. Protestan devrimin de başladığı yerdir aynı zamanda Cermen toprakları.  30 Yıl Savaşları halen eserlerindedir. Sezar, Cermenlerle yaptığı savaşlara dair De Bello Gallico isimli kitabında onlar için “Görmedikleri zaman anlayamıyorlar. Tanrı olarak niteleyebildikleri şeyler daima gördükleridir. Bunun için Güneş’e ve Ay’a tapıyorlar” yazar.  Alman destanlarında Attila ise ayrı bir karakterdir. İyiliksever bir hükümdar olarak ifade ederler. Sarayında birçok Cermen yaşar. Bir çıkarımda bulunmak gerekirse Almanlar, Hıristiyanlar yerine Avrupa Hun’larını tercih ederler.

Suna Baykam’ın sorusu: İyi bir yazar olmak ve okurların fazla fazla artması için nasıl yazarsınız?

İyi bir yazar olmak için bolca okuyup, yazmalısınız. Tabii bu sadece yetmez, gözlem yeteneğinizin de bulunması gerekir. Umberto Eco, Dostoyevski, Bulgakov’un kitaplarına özel bir ilgi gösteririm. Betimlemeleri beni çok etkiler. Onlardan bir şey öğrenmeye çabalarım. Dante’nin İlahi Komedya’sı her ne kadar şiir türünde olsa da benim kalemimi etkileyen bir eserdir. Türkiye’de benim gibi genç bir yazarın okurlarının daha fazla artması için elimden gelen tek şey daha iyi eserler ortaya çıkartmak. Halkla İlişkiler kısmı farklı bir konu. Bunun için ciddi bir maddi güç gerekiyor. Türkiye’de çok az yazar bu lükse sahip.

Katkılarınız için teşekkür eder saygılarımızı sunarım.

Article Categories:
Edebiyat · Kültür · Makaleler · Röportajlar · Sanat

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Manşet Haberler ...