Caner Kemahlıoğlu: “Yeteneğimin dışında beni en çok farklı kılan şey; “iste ve olsun” mottom ve pozitif bakış açım.”

Röportaj: Eylül AŞKIN (Click here for English: https://artsandseptember.blogspot.com/2024/01/caner-kemahloglu-expresses-what-sets-me.html )

Bugün genç ressam, dijital kolaj sanatçısı, stilist ve küratör Caner Kemahlıoğlu ile beraberiz.

1) Sanata merakınız nasıl başladı? Bu eğiliminizi keşfetmenizde ailenizin etkisi oldu mu?

  • İlkokul 4. Sınıf zamanlarında ufak karalamalarla çizim yapmaya başladım. Hatta ilk katıldığım sergi, 2005 yılında gerçekleşen karma bir resim sergisiydi. Bu sergide, hatırladığım kadarıyla, bir natürmort resim çalışmıştım. Bu süreçlerimi gözlemleyen ve şuan görüşmeye devam ettiğim Nilüfer ve Mesut hocalarımın beni keşfetmeleri, yönlendirmeleri ve Güzel Sanatlar Lisesi’ne hazırlamaları sanat hayatımın ilk basamakları olmuştur. Sonrası ise kendi çaba ve isteğim ile gelişti.

2) Cumhuriyet Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü mezunusunuz. Bölüm ikincisi olarak mezun olmuşsunuz. Şu anda da yine aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü Resim Anabilim Dalı’nda Yüksek Lisans yapmaktasınız. Sivas’ tan ayrılmayı tercih etmemişsiniz gibi bir izlenim uyandırdı nedense bu bende. Başka şehirlerde, ülkelerde eğitim almayı düşünmediniz mi? Memleketimiz olması dışında sizi Sivas’a bağlayan unsurlar neler? Doktora eğitiminiz için farklı planlarınız var mı? Yoksa yine aynı üniversitede mi devam etmeyi düşünüyorsunuz?

  • Neden uzun süre Sivas?… Öncelikle, sanata ilk başladığım zamanlarda uzun süreli kurslar ve eğitimler aldım. Ortaokul, lise ve üniversiteye hazırlık zamanları oldukça koşuşturmalı, her anımı değerlendirme, hocalarımdan neler öğrenebilirsem öğrenme çabası içinde geçti. Sivas’tan ayrılmayı tercih etmeme nedenlerim arasında aslında rahatıma düşkün olmam ve bir yerde kendime sanat atmosferi yaratmış olmam da var. Zaten şehir dışı bağlantılarımı da hep korudum. Aslında takip ettiğim üniversiteler ve o üniversitelerin etkinlikleri elbette oldu fakat bu nedense şehir değiştirmeme bir sebepmiş gibi gelmedi. Zaten artık dijital bir çağda yaşadığımız için günümüz imkân ve olanaklarından da faydalanarak sanatımda kolaylıkla şehir dışı bağlantılarımı sağlayabiliyorum. Sivas’ın memleketim olması dışında, ismimi kaliteli bir şekilde bir imza yapma yolunda ilerlediğim için, buna paralel, bir gün bu şehirden ayrıldığım zaman sanat geçmişimin bu şehirde kalıcı ve sağlam bir zeminde sürekliliğini sağlamaya da özen gösterdim. Doktora eğitimim için elbette farklı planlarım var. Aklımda İstanbul’da bulunan birkaç üniversite var ve bunlar için  hazırlık içerisindeyim ve gelecek planlarım içerisinde Sivas’ta kalma düşüncesi yer almıyor.

3) Eserlerinizi sergileme imkanı bulduğunuz ilk sergi 2016’da, mezuniyetinizden iki yıl önce gerçekleşiyor. Bir sanatçı için en mutlu ve en korkutucu anlardan biri olsa gerek. Nasıl eleştiriler, geri dönüşler aldınız? Neler hissettiniz? 

  • Şunu söylemek gerekirse 2016 öncesi sergiler de oldu fakat burada ilk sergi diye belirtilen sergi, sergileme şekli, imkân ve olanakları düşünüldüğünde daha kaliteli, aynı zamanda eserlerin sergilenirken daha uygun bir şekilde sergilenmesine olanak sağlamış (panolar, aydınlatmalar, manifestolar ve künyeler) bir sergi olduğu için profesyonel anlamda ilk sergimdi diyebiliriz. Bu sergi, bana eleştiri ve farklı bir takım duygulara açık olduğumu gösterdi. Şu anki sergilerimdeki rahatlığı ve samimiyeti de buna borçluyum diyebilirim. İstanbul sanat piyasasını da uzaktan takip ediyorum. 

4) Profesyonel hayata geçişiniz 2018 senesinde Olgunlaşma Enstitüsü’nde resim öğretmeni olarak çalışmaya başlamanız ile oluyor. Öğretmenlik tecrübesi size ve sanatınıza neler kattı? O dönem, yeni mezun bir öğretmen olarak öğrencilerle olan iletişiminizde ve sanatın aktarımında ne gibi unsurlara öncelik verdiniz?

  • Evet, mezun oldum, hemen sonrası kendi alanımla ilgili bir iş ve güzel bir atmosfer… Olgunlaşma Enstitüsü, şehrimizle ilgili kültürel değerlere ve dokulara bağlı kalarak yapılan sanatsal araştırmalara, üretimlere, sergilere ve defilelere ev sahipliği yapıyor. Kurum, aslında bakarsanız, henüz yeni olduğundan öğrenci-öğretmen ilişkisi odaklı değil de, eğitim yerine üretim, tanıtım ve sergileme odaklı ilerlemekte. Şu an hali hazırda workshoplar ve kurslar düzenleniyor. Ben sanat odaklı, daha çok tasarım kısmında etkin oluyorum. Paralelinde de düzenlenen sergiler ve sunumlar da elbette bu alandan çıkıyor.  

5) 2018′ de geleneksel, kültürel ve tarihi değerlerimizi yansıtan defile ve sergilerde de küratör ve stilist olarak yer almaya başlıyor, çeşitli önemli projelere adınızı yazdırıyorsunuz. Bunlardan biri “World Youth Art Forum” (Dünya Gençlik Sanat Forumu), Sharm Elsheikh, Ostraka Arts isimli sergi. Bu serginin galasında Mısır’da yer alan Uluslararası Çalıştay ile Türkiye’yi temsil eden bir sanatçı ekibinin parçası olmayı başarıyorsunuz. Bir çok yeni resim mezunu işsizlik ve sanatını icra edememe sıkıntıları ile boğuşurken sizin mezun olur olmaz yoğun bir çalışma hayatının içine düşmenizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Yeteneğinizin dışında sizce sizi diğerlerinden farklı kılan ne oldu? 

  • 2018 ve sonrası süreç sanata bakış açımı değiştirdi. Yapmış olduğum eserlere karşı yaklaşımım, özellikle de eserlerin alt metinlerine ve de seri odaklı ilerlemem bu süreçte oldu. Aldığım bazı sergi tekliflerinde özellikle seri çalışmalarım yer aldı. World Youth Art Forum’da seri odaklı ilerlediğim çalışmalar arasından seçmiş olduğum “Distopya” isimli eserim ile yer aldım. Distopya serüveni de bu sayede başlamış oldu. Türkiye’yi temsil ettiğimiz bu proje sonrasında sergilere olan ilgimin ve tutumumun beğenilmesiyle küratörlük devreye girmeye başladı. İlk küratörlüğümü liseden sanatçı arkadaşım Damla Yüksek ile birlikte Şiddet/Violence sergisinde yaptım. Sergiyi, 25 Kasım Kadına Şiddetle Mücadele Günü’nde, açmıştık. Sonrası ise 2020 ve malum pandemi süreci. Bir sonraki serginin konusu da belirlenmiş oldu böylelikle. Akabinde ikinci küratörlük projem “Sanatın 2020 Penceresi” sergisi oldu. 2020 yılı içerisinde birden çok küresel felaket (seller, depremler, yangınlar ve patlamalar gibi) yaşandığı için kendi eserlerimin konusu da “2020 Felaketleri” oldu. Ve devamında buraya sığmayacak kadar çok proje arka arkaya geldi.  Evet, yeni mezun olmama rağmen birçok projeyi yönettim, yönetiyorum. Kolektif işleri seviyorum. Kendi alanımla ilgili meslekte beşinci yıla girmeme rağmen fark ettim ki en önemlisi gerçekten istemek. Resim yapmayı yapmak için değil de, en ince detayına kadar, ortaya çıkan sanat eserinin hazırlık aşamasından tutun, ilham kaynağının ne olduğuna kadar arşiv tutmak ve manifesto metnini sağlamlaştırmak bana ilerleyişi ve sanatı gerçekten sevdirdi. Yeteneğimin dışında beni en çok farklı kılan şey bence bu “iste ve olsun” mottom ve pozitif bakış açım.

6) Kıyafet tasarımı ile tanışmanız nasıl oldu? Her ressam kıyafet tasarlamıyor malum, biraz bahseder misiniz? 

  • Kıyafet tasarlamak Olgunlaşma Enstitüsü ile tanıştıktan sonra gelişti ve sanatın farklı bir alanında da ortaya bir şeyler çıkartabiliyor, üretebiliyor olmak da tabi benim için daha motive edici oldu. Her ressamın tasarım becerisi var bence. Önemli olan onu ortaya çıkarabilmek. 

7) Son yıllarda dijital sanata yönelmenizin sebepleri neler? Bunların arasında dijital çağa uyum sağlama kaygısı da var mı? 

  • Aslında hep yağlıboya çalışmayı sevmişimdir. Ara ara devam ediyorum elbette. Biraz daha zaman gerektirir ama esas sanat eserleri bana göre eski dönemlerden günümüze gelmiş, yağlıboya tekniği ile üretilmiş tablolardır. Çağımızda ise sanata oldukça çok yönlü, disiplinler arası tarzlarda ortaya konulan eserler olarak bakabiliriz. Dijital ögeleri ve farklı birçok tekniği de doğru şekilde yansıttığımız zaman bence ikisi arasındaki uyumu yakalamış oluyoruz. Dijital odaklı çalışmalarımda da yine seri odaklı ilerledim. Ağırlıklı işlediğim konular ise salgın hastalıklar ve felaket senaryoları oldu. Günümüz sanat piyasasını göz önüne alırsak, evet, dijital çağa uyum sağlama kaygısı pandemi sonrası eserlerime tema bazında daha kaygılı bir bakış açısı da getirdi. 

8) Küratörlük yaptığınız projelerde hedeflediğiniz etkiyi yaratma hususunda temaya dayalı eser seçiminde nelere özen gösteriyorsunuz?

  • Temaya dayalı olarak, özellikle Anadolu’da uzun zaman yaşadığım için, daha kültürümüze yakın, içsel anlara değinmeye özen gösteriyorum. Küratörlük ile ilgili kendimi son birkaç yıldır geliştirmeye başladım. Şu anki sanat piyasasında o kadar özel isimler var ki; Kıymet Giray, Marcus Graf, Ebru Nalan Sülün, Derya Yücel özellikle takip ettiğim isimler. Ben araştırmayı, bir o kadar da kolektif projelerdeki verimliliğimi ve enerjimi seviyorum. Üretmeden duramıyorum. Şu an için yaptığım bu girişim için kendimi  “Genç Küratör”olarak adlandırıyorum. Ama benim için en zor küratörlük projelerimden “Divriği İzinde Çizgiler” isimli sergi oldukça özenli ve kaliteli bir şekilde hazırlanmıştı. O serginin Onur Sanatçısı ise Fırat Neziroğlu olmuştu. Kendisinin dokuması ile hem sergimiz anlam kazandı, hem de Fırat Bey’in sanat tarzını şehrimize de katmış olduk. Neziroğlu’nun “Gece & Night” isimli eserini sergilemiştik. Tarihi bir sergi mekanı seçmiş olmam da eserleri daha estetik göstermişti.

9) Konu olarak daha çok toplumsal olayları ele alıyorsunuz ve distopya kavramını ön planda tutuyorsunuz. Birçok önemli eserinizin ana noktası esasında ekolojik dengenin bozulduğuna dikkat çekmek sanıyorum. Sanatınızla bir toplumsal farkındalık yaratma, bir mesaj verme ihtiyacı içinde olduğunuzu söyleyebilir miyiz? Siz sanatınızı, stilinizi nasıl tanımlarsınız?  

  • Özellikle dijital sanat prensibimi, akademik çalışmalarımdan ve araştırmalardan da yola çıkarak, “Distopya ve Kıyamet Senaryoları” temalarını kullanarak eserlerime taşıdım. Yaşadığımız atmosferdeki ekolojik denge bozulmalarını da sanatıma yansıttım. Dijital odaklı ilk seri üretimlerimde Minamata hastalığını ve Çernobil felaketini konu edinmiştim. Yeni çalışma konularımın temasında salgın, çürüme ve karantina kavramları yer almakta. Belirlediğim distopya kavramı içerisinde hazırladığım seri çalışmalarımda 21. yüzyılda meydana gelen ekolojik bozulmaya örnek olacak arıyı bir metafor olarak kullanarak, yaşadığımız ütopyada arıların yok oluşuyla dengenin bozulacağını ve düzenin değişeceğini yansıtmak istedim. Bu durum insan bedenini hem temas, hem hava yoluyla kötü etkilemekle birlikte, çevresindeki canlıları metaforlaştırmıştır. İnsan beyninin karmaşıklığı, içerisinde; yıkım, savaş, felaket, salgın vb. kavramlarla bütünleşen metaforları tasvir edip, bir yerde bedensel imgelerin çürümeye, yok olmaya başladığını ve insan bedenlerinin, zihinlerinin, günümüzde salgınların da etkilerinden henüz kurtulamamış ruhsallıklarını bedensel ve çizgisel figürlere taşıyıp, deformasyona uğramış mekânlarda betimledim. Şu anki toplumumuzun teknolojik distopya mağdurları olduğunu düşünerek Ekolojik Denge serisini oluştururken de hem dijital hem plastik sanatları kullandım. 

10) Tarzından, üslubundan etkilendiğiniz ressamlar, sanatçılar kimler? Resim dışında ilgilendiğiniz başka sanat dalları da var mı? 

  • Eskilerden örnek verirsem elbette Leonardo da Vinci. Günümüzden ise Johan Barrios, Gabriel Moreno, Haluk Akakçe, Taner Ceylan, Erhan Lanpir sanat üslubunu beğendiğim isimler arasında yer almakta. Bunun yanında Türkiye başta olmak üzere Uluslararası bir sanat çizgisine sahip olan Sanat Danışmanı Sevil Dolmacı profesyonel anlamda ilgimi çeken, özenle takip ettiğim ve birikimine hayran olduğum bir isimdir. Etkilendiğim birkaç sanat platformu da var, bunları da eklemek isterim doğrusu. Özelikle genç sanatçılara destek olan Bazaart, Base, Mamut vs. gibi sanat platformlarını da ilgiyle takip ediyorum. Resim dışında seramik alanına biraz ilgim var ama henüz üretmiş olduğum ürünler sanat çizgimin gerisinde kalıyor. Küratörlük alanına ilgim ve araştırmalarım devam ediyor. 

11) Yakın zamanda gerçekleşmiş “The Hammam” isimli sergide küratör olarak yer aldınız. Biraz bu sergiden bahseder misiniz? Bundan sonraki çalışmalarınız ne yönde olacak ve geleceğe yönelik hedefleriniz neler? 

  • 2022 yılı başlarında ‘The Hammam’ isimli ikinci büyük projemizi gerçekleştirmek için çalışmalara başlandı ve sergi için ilk sanatçı ve mekân araştırmaları yapıldı. Küratörlüğünü üstlendiğim beşinci projede serginin temasını ‘hamam kültürü’ üzerine belirledim ve sergide geleneksel dokulardan, çağdaş resim tarzını ve tekniklerini içeren çalışmalara kadar birçok eser yer aldı. Sivas İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü işbirliğiyle gerçekleşen “The HAMMAM” isimli Geleneksel ve Çağdaş Sanat Sergimizde 30 sanatçının 35’e yakın eseri Sivas’ta, Şemsi Sivas-i İl Halk Kütüphanesi Sergi Salonu’nda, 1-6 Kasım 2022 tarihleri arasında sanatseverler ile buluştu. Sanatçılar arasında Ahmet Kurt, Ali Rıza Kanaç, Ayşegül Baş, Eda Uzun, Fırat Bahşi, Gülşah Tontu Özdemir, Hilal Aytak, Murat Özcan gibi önemli isimler yer almaktadır. 5 ay gibi bir süre zarfında sanatçılara gerekli veri akışlarını sağlayarak süreci büyük bir kültürel titizlik ile yürüttük. Ayrıca Onur Sanatçımız Hakan Yılmaz’ın video enstalasyonu da serginin paralelinde yerini aldı. Bundan sonraki projeler arasında yine benzer temada birkaç sergi ve sonrasında, 2023 yılında yapacağım solo sergiler için hazırlık süreci var. Gelecek için birçok hedefim var, sıraya koydum, umarım gerçekleşir. En büyük isteğim ise Sevil Dolmacı ile beraber çalışmak.

12) En mutlu ve en acı anınızı sorsam? 

  • Mutluluk ve acı özellikle pandemi sonrası bende daha farklı duygular uyandırır oldu. “Kayıp” benim için acı bir kavramken, mutluluğu çabucak erişilebilecek bir kavram olarak tanımlayabilirim. 

13) Okurlarımız size sosyal medyadan nereden ulaşabilirler? 

  • Instagram  hesabımdan ulaşabilirler:  @ressam.canerkmhart

Article Tags:
· · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · ·
Article Categories:
ART TALKS · SÖYLEŞİ

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Manşet Haberler ...