SEVTAP ÇAPAN GÖZÜNDEN SANAT

  1. Ünlü bir tiyatro başrol sanatçısı olarak tiyatro ile geçen bu uzun hikâyenizden bahseder misiniz?

1990 öncesi ortaokul yıllarında tanıştım tiyatroyla. İlkokulda müzik ve resimle ilgiliydim daha çok. Ortaokul ve lise dönemimde sahnede olmak beni büyüledi. 1990 yılları itibarıyla tiyatro eğitimi almaya karar verdim. 90’ların yarısına gelmeden, henüz okurken İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları ‘na, başrole seçilerek girdim. İlk ödülümü aldım. Beni sahnede seyreden birkaç yapımcıdan sinema ve dizi film teklifi aldım. O dönemler televizyon – sinema yapımcıları, yönetmenleri, tiyatroya oyun seyretmeye gelirlerdi. Bence bu çok kıymetliydi. Böylece kısa süre sonra 96’larda sinemada ve Tv dizilerinde boy göstermeye başladım. Bir yandan da ŞT’deki oyunlarıma devam ettim. Akabinde gazete kupürlerinde ve bulmacalarında haberi yapılan başarılı bir isim olarak benimsenmeye başladım, ünlendim. Daha sonraki yıllarımda tiyatrodaki görevim nedeniyle özel tiyatrolardan ve televizyondan gelen projeler için tiyatrodan izin alamaz oldum. Sürekli başroller oynadığım için de tiyatrodan vazgeçmedim. Şu anda geldiğim nokta ise; çeyrek asırdan fazla tiyatroya emek vermiş olmama rağmen kadrosu verilmemiş bir oyuncu olarak, taşeron olarak zorunlu emeklilik yasasıyla emekli edilmiş bir durumdayım. Üç sene önce eşimle birlikte kendi özel tiyatromuzu kurduk. Oyunculuğun emeklisi olmaz. “Aktris Sevtap Çapan” adıyla sanat yaşamımı anlatan bir kitap yazıldı hakkımda. Yerel bir gazetede köşe yazarlığı, Ntv stüdyolarında dublaj yapmaktayım. Mesleğimizin arka planını da çok sevdiğim için tecrübe ve eğitimimin ışığında oyun yazarlığı ve yönetmenlik te yapmaya başladım.

  • Televizyon,sinema ve tiyatro ile uğraşıyorsunuz. Merak edenlere neler tavsiye edersiniz?

“Bazen seyirci kalmak en iyisidir.” Tavsiyesiyle başlamak isterim. Tv, sinema ve tiyatroya karşı ilgi çok yükseldi son zamanlarda, lakin bu ilgi hep “oynamak” “ünlü olmak” gibi hedefler içeriyor. İlkokulda oynamış ta, hep oyuncu olmak istemiş te… Yeteneğine bakmadan herkes oyuncu olmak istiyor. İnanılmaz bir pazar haline dönüşen, adım başı her yerde açılmış olan tiyatro ve kamera önü (!) oyunculuk eğitimleri oyunculuk mesleğini tehlikeye sokuyor. Sanırım bu cümleyi açmalıyım J Oyunculuk eğitimleri kişisel gelişim için gerekli, ne var ki, 3, 6, 7 aylık eğitimlerle oyuncu olunamaz. Bu eğitimleri alan kişilere sanatçı muamelesi yapılması tehlike yaratıyor, en büyük sakınca kişinin kendini oyuncu – sanatçı sanması… Böylece yeterli donanıma sahip olmayan pek çok kişiyi tv, sinema veya en fenası tiyatro sahnesinde görüyoruz. Ve bunların bazıları usta isimlere bile dil uzatmaya cüret ediyor. Bunlar tiyatro sanatına zarar veriyor. O sebeple diyorum ki “Bazen seyirci kalmak en iyisidir.” Bir de had bilmek mühim elbette…

  • Bir sanatçı nasıl yaşar? Neler ile besler dünyasını?

Aslında sanatçı kimdir? Sorusunu önce iyi cevaplamak gerekir. Şu an herkese sanatçı deniyor J Kişi zaten bu tabiri kendi için kullanmaz. Bu bir değerdir, verilir. Çok uzun süre sahnede olmakla da elde edilecek bir unvan değildir, bana göre. Gerçek sanatçı mütevazıdır. Yaptığı işlerle, kalitesiyle kendini gösterir. Ün ya da şöhret insan kalitesini bozmaz. Topluma da örnek olması gereğini hisseden kişidir. Mesleğini bir kenara koyarak normal insanlar gibi yaşar. Evde tiradlar atarak dolaşmaz neticede… Lakin her gördüğünden, her duyduğundan beslenir. Normal bir hayat sürermiş gibi görünürken bile o, sanatsal yaklaşımının ve üretiminin gelişimi içindedir. Araştırır, sorar, sorgular, gözlemler, sadece yaşadığı ülkeyi değil dünya ülkelerini de takip eder, okur, yazar, çizer, seyreder, müzikle bağını hep sıkı tutar. Dostu azdır, dostluklarıyla da beslenir, doğayla da beslenir, doğaüstü şeylerle de, uzayla da… Acıyla ve mutlulukla da… Yaşamsal ya da spiritüel her şeyle beslenir. Hayal gücü hep aç ve açıktır.

  • Prensip,  gerektiren bir mesleğiniz var. Zor taraflarını nasıl yaşıyorsunuz?

Evet, belli prensipleri ve yazısız kuralları ve duygusal olduğu kadar düşünsel ve bilimsel bir boyutu içinde barındıran bir mesleğim var. Çok çalışmak, disiplin, konsantrasyonu sağlamak önemli. Sadece kendi işinizle ilgilendiğinizde bir kısım zorlukları rahatça atlatabiliyorsunuz, özellikle sahne üzerindeyken. Mesleğin gerektirdiği hiçbir şey bana zor görünmüyor açıkçası. Ne var ki ülkemizdeki bir türlü oluşturulamayan sanat politikası yoksunluğu, dirsek temasının çoğunlukla kullanıldığı, liyakatin olmadığı bu içinde bulunduğumuz ortam beni epey zorluyor. Bir oyuncu, üreterek, yeteneğiyle başarı elde edebilir. Üzgünüm ki bu, şu anda değerli ve geçerli değil.

  • Sahnedeki duygularını bizlerle paylaşır mısınız? Seyirci ile buluşma anınız…

Sahneye ilk, taa 90’larda nasıl bir heyecanla adım attıysam aynı heyecanla adım atıyorum.  Tek farkla artık sesim kısılmıyor J ilk oyunumda prömiyer gecesi sesim kısılmıştı heyecandan… Artık kontrol bende J Müthiş bir duygu seyirciyle buluşma anı, nasıl anlatılır ki? Hiç tanımadığım, onlarca ya da büyük sahnedeysem yüzlerce insanla öyle güçlü bir bağ kuruluyor ki; karın altında saatlerce kalmışsınız da parmaklarınız uyuşmuş, yüreğiniz bile donmuşken sıcacık şöminenin başına oturmuşsunuz ve iliklerinize kadar yavaş yavaş ısınıyorsunuz gibi… Sıcacık ve samimi bir bağ…

  • Salgın hastalık yüzünden sahnelerden uzak kaldınız. Yeni projelerinizden bahsedersek bir sanatçı bugünün Türkiye’sinde nasıl yaratıcı ve öncü olur?

Maalesef, dünyayı saran salgın nedeniyle tam yedi aydır evdeyiz. Öyle büyük bir hasret çekiyorum ki… Umarım en kısa zamanda yine sahnelerde olacağım, olacağız.

2019- 20 tiyatro sezonunda hayata geçirdiğim çok kısa süreyle oynanmış projelerim var. Biri İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda sahnelenen orijinal adıyla Peri Kız Müzikali… Kendi yazıp yönettiğim yedi yaş ve üzeri için yazılmış bir müzikal.  Özgün bir proje… (Siz de oyuna seyretmiştiniz hatta sizin değerlendirmenizi de paylaşabilirsiniz. JJ )

Bir diğer projem ise Tiyatro P.A.S olarak Kurtuluş Savaşı Kahramanlarımıza ithafen tasarlanmış tek kişilik oyunlar serisi… Ben Serisi “Kurtuluş”

Her iki projenin de öncü rolü taşıdığına inanıyorum, açıkçası, benim inancımdan öte, pek çok kişi tarafından söylendiğini belirtmeliyim.

Aslında bugünün Türkiye’sinde, Türk Tiyatrosu’nda yaratıcılık biraz tekrarcılık ve sınırlandırılmışlık ile çerçeveleniyor. Yeni bir yaklaşım kabul edilemiyor. Bunun bir sebebi de tiyatro sahnesine kadar inmiş olan popülist yaklaşım. Magazinden ya da Tv’den ya da sosyal medyadan bir simanın yapımcılar ve organizatörler tarafından el üstünde tutularak bu simaların oyunlarını pazarlama politikaları… Tiyatro sanatı böyle bir yaklaşımı hak etmiyor. Keza tiyatroya ömrünü adamış tiyatro sanatçıları da bu yaklaşımı hak etmiyor. Genel yaklaşım bu kadar güncel ve sanatsal kaygıdan uzaklaşınca bir sanatçının yaratıcı ve öncü olabilmesi çok zor. Ancak, zaman içinde geriye dönüp bugüne bakıldığında bugüne öncülük etmeye çalışanların eserleri ve sanatsal nitelikleri değer kazanacak diye düşünüyorum, o sanatçı bugün yaşarken, o değeri hak ediyor, bu değer kendine verilmiyor olsa da…  Oysa tarihten ders alınmalı, değil mi?

Teşekkür ediyorum, yolunuz açık olsun. J

Article Categories:
ARŞİV · Edebiyat · Kültür · Röportajlar · Sanat

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Manşet Haberler ...