35,0182$% 0.08
36,7999€% 0.23
44,5036£% 0.05
2.981,26%0,26
2.647,79%0,17
9.978,82%-0,32
Murat TUNCEL
Bana göre yazın türleri içinde en şanslı tür şiirdir. Belkide şiir üzerine söz söylemeyen de, söylenmedik söz de kalmamıştır. Çünkü çekim alanı çok cazip olan şiirin üreticisi şairler de, okuyanlar da, eleştirmen ve araştırmacılar da bu tür üzerine görüşlerini ya yazarak, ya da söyleyerek dile getirmişlerdir. Belki benim şu anda yazdıklarımın bir kısmının da bir başka zamanda, bir başkası tarafından yazılmış veya söylenmiş olabileceğini düşünüyor ve bunu doğal karşılıyorum. Çünkü biliyorum ki şiir ve “şiirsel söylem” üzerine bir şeyler söyleyebilmek her yazın insanının içinde yatan bir aslandır.
Bu son tümcemden “önüne gelen herkes şiir üzerine bir şeyler söyler” anlamı çıkarılmasın. Bunu söylemekle amacım şiir söz konusu olunca herkesin söyleyecek bir ya da birkaç sözü vardır belirlemesini dile getirmektir. Ama ne kadar söyleyeceğimiz sözümüz olsa da, ne kadar konu üzerine bilgili olsak da bana göre şiir üzerine konuşmak ve yazmak sorumluluğu çok olan bir iştir. Ben de bu sorumluluğun bilinciyle bu yazımda başkalarının ne söylediklerini bir yana bırakıp öncelikle benim için şiir nedir, şiiri okurken aldığım tad ya da tatsızlığın nedenleri nelerdir üzerine düşüncelerimi dile getireceğim.
Benim için şiir; yoğunlaştırılmış ve ustaca dizilmiş sözcük cümbüşüdür. Bu tanımlama tümcemi yine bu tümce içindeki deyimlerle anlatacak olursak, ilk olarak şiiri ‘yoğunlaştırılmış sözcük’ olarak ele almalıyız. Yani sözcüklere yüklenen anlamların zenginliğini düşünmek gerek öncelikle. Şiirde kullanılan sözcükler çoğu başkalarının da kullanabileceği ve herkesin bilebileceği sözcüklerdir, aslında yazılışında da bir fark yoktur ama şair tarafından üzerine yüklenen anlam yükünün hacmi küçültülmüş ve yoğunluğu artırılmış olduğu için anlam ağırlığı gerçek anlamının çok üstüne çıkarılmıştır. İşte bu yoğunluktur ki, her okuyucuya ayrı bir duygu tadı verebilmektedir.
‘Ustaca dizilmiş sözcük’ tamlaması olarak ele aldığımızda da, şiirin bir başka özelliğine işaret edilmektedir. O da bir sözcük ustası olan şairin yeteneğinin söze hakim olması, sözü başkalarından başka bir biçimde ve başka bir ahenkle dizelerine yerleştirmesidir. Bence sözcüklere şiirsel yoğunluğun yüklendiği yer de işte burasıdır.
Yani her sözcüğün dizedeki yerini çok iyi belirlemektir şiire ve şiir dizelerine duygu yoğunluğu kazandıran. Burada düşüncelerimi destekleyen kısa bir alıntıya yervermek istiyorum. “Ve bir söz ki, halk onu nesirde söylemeyi bile çirkin görür, sen onu nazımda söyleme. Çünkü nesir tebaa gibidir, nazım ise padişahtır; bir nesne ki tebaaya yaramıyorsa, padişaha nasıl yarasın…” * Bu göndermede de olduğu gibi kısacası, şair her sözü şiire koyamaz, dizesine koyacağı sözcükleri iyi seçmek, hem de dizelerde yerli yerine koymak zorundadır. Ya da herkesin söylediği sözcükleri daha yoğun bir anlamla donatarak dizelerine taşımalıdır.
Tanımlama tümcesindeki üçüncü tamlama ise şiir “sözcük cümbüşüdür.” tamlamasıdır. Cümbüş tek başına söylendiğinde insanı kendi rengine çeken ve olmadık zevklere doğru yolculuğa çıkaran bir çağrışıma sahiptir. Ama sözcükle çümbüş yanyana gelince sözcüğe yeni fanteziler yükler. Sözcüğü insanın düşüncelerinden çıkarıp kalbine çarpar. Kalp o çarpıntıyla sarsıldığında beyindeki düşünceler de çeşitli yönlerde derinleşir. O derinleşmeyle de düşüncelerimizin kuytularındaki gizli tadlar hazlarımıza karışır, içimizde bize özgü uçurumlar yaratır. Bence şairin şiire yüklediği görev de budur zaten: Yani şairin marifeti şiir okuyucusunu kendi uçurumuna düşürebilmektir.
Yukarıda da belirttiğim gibi şiir konusunda söyleyebileceğimiz hem çok şey var, hem de az. Bence şiir konusunda az söz söyleyerek anımsatmalar yapmak daha doğrusudur. Zaten “şiir azla çoğu söyleyen” bir edebiyat türüdür. Hal böyle olunca herhalde kendi hakkında da fazla söz söylenmesini istemez şiir!
Ben de şiirin bu özelliğini bilen birisi olarak sözü daha fazla uzatmak, şiiri küstürmek istemiyorum. Çünkü şiir, şairin bereketli pınarıdır. İnce ince akışıyla okuyucusunun yaşama ırmağını besleyen bir pınar. O pınarın suyunun duruluğuna benzer şiirin yoğunluğu. İşte o yoğunluktur şiir okuyucusunun duygularını etkileyen ve duygulaşımları ile etkileşimleri arasındaki iletişimi sağlayan.
Şiir üzerine yukarıda yazdıklarımı desteklemesi ve şiirdeki yoğun yaratıcılığı öz bir şekilde anlatması için de Fransız şair Valéry’nin “Şair, şiirinden doğar” tümcesini hatırlatmak isterim. Ayrıca da bu yazımı yine Kabusname’den birkaç cümlelik bir alıntıyla bitirmek en doğrusu diye düşünüyorum.
Keykâvus bir nevi adab ve erkân üzerine yazdığı Kabusname’sinde bir babanın oğluna bazı öğütlerde bulunuşunu dile getirmiştir. Ama bunlar öyle sıradan öğüt olmadığı gibi hayatın her alanına da dokunan öğütlerdir. İşte o öğütlerden birinde yaşlı baba oğluna “Ey oğul şair olmak şiir söylemek istersen, güzellemede, taşlamada Tanrı’nın birliğini anlatan şiirlerde veya ağıtta her söylediğin sözü yerli yerince söyle ki, sözün tertipli olsun, yersiz söyleyip de söze zulüm etme. **”der. Biz de söze zulüm etmeden yazımızı burada bitirelim.
*(Kabusname –Keykâvus/ Çeviri: Mercimek Ahmet).
**(Kabusname –Keykâvus/ Çeviri: Mercimek Ahmet).
Bir Sanat Formu Olarak: MODA