VE İŞTE ERCÜMENT CENGİZ İLE KİTAPLARI VE PROJELERİ HAKKINDA BULUŞTUK…
Suna Baykam: Sosyete Art’a hoş geldiniz Ercüment Bey. Gırnatacı romanının hikâyesi ile başlayalım mı?
Ercüment Cengiz: Sevgili Suna Gırnatacı’nın hikâyesini sormuşsun; yıllar önce tıbbi makaleler sunmak için Chicago’ya davet edilmiştim, Michigan Caddesi’ndeki İntercontinental otelinin hemen girişinde kocaman bir lahit duvara kazılıydı, üzerinde es selamünaleyküm 1928 yazıyordu malum Harf Devrimi’nin olduğu yıl bir Müslüman selamının Latin harfleriyle yazılı olması çok şaşırtıcıydı, bunu okuduğumda o yıllarda Müslüman nüfusun Chicago’da olup bu yazıyı oraya yazdıracak kadar toplumda etkili olacağını hiç düşünmemiştim, yıllar sonra Gırnatacı’yı yazmaya başladığımda bu yüzyılda herkesin her an insanların ve bütün toplulukların en kısa zamanda birbirlerinin adeta gırtlaklarına çökmek istedikleri bir dönemde bir kardeşlik hikâyesi yazacaktım, bunu da iyi bildiğim bir başka sanat dalı üzerinden müzikten yararlanarak müzikal zeminde anlatmak istedim. Bir Osmanlı klarnetçisini oraya göndererek Chicago’da ünlü bir Caz klarnetçisi olarak kalmasını sağlayacaktım. Burada klarnet önemli imgesel bir özne olacaktı ve Gırnatacı tarihi roman değil tarihsel zeminde bir roman tıpkı çello gibi konuyu araştırmak için çalışırken tam da Hamit döneminde 1893’te Amerika’nın keşfinin 400. yılı nedeniyle Chicago’da bir fuar düzenlendiğini öğrendiğimde işim kolaylaştı. Kurgu gereği 17 yaşındaki Galata Meyhaneleri’nde gırnata üfleyen Osman Efendiyi gemiye bindirip Amerika’ya yolladığım gibi böylelikle o bu topraklardan çıkıp giden Batılıların hiç bilmediği sol klarnet de Amerika topraklarına ilk kez girmiş oldu. Ayrıntılı hikâyesi budur. Elbette romanın içinde.
Suna Baykam: Gırnatacı romanınız ile açılan yolda benim bildiğim teklifleri Sosyete Art takipçileri ile paylaşır mısınız?
Ercüment Cengiz: İkinci sorunu şöyle yanıtlayayım; Gırnatacı en iyi ilk roman ödülünü aldıktan sonra çok seri basımlara ulaştı. Hemen hemen bütün eleştirmenler ve okuyucular bu romandan şahane bir film yapılabileceğini söylediler zaten de peşi sıra Türk yapımcılarından özellikle atmosfer yaratmakta başarılı ve görsel yazan bir yazar olarak romanlarımı değerlendirdikleri için olsa sanırım önce pek çok film yapımcısından ve önemli birkaç yönetmenden gırnatacının yurtdışına da açılabilecek bir dizi yapmak istediklerini Çellocu’yu da film yapmak istediklerini söylediler. Daha sonra sürpriz bir gelişmeyle önemli tiyatro insana Nedim Saban bir gün benle buluşmak için Ankara’ya geldi Kanada Türkiye Ortak yapım bir proje İçin Gırnatacı romanımı Kanada ve Amerika’da müzikal olarak sahnelemek istediklerini söyledi. Ben de zevkle kabul ettim daha sonra yoktu önemli bir oyun yönetmeni de proje üzerinde çalışmak istediğini iletti. Salgın nedeniyle karşılıklı görüşmeler aksasa da proje devam ediyor. Bir başka Uluslararası dizi ve film platformu da konuyla ilgilenmeye devam ediyor.
Suna Baykam: Yazı yazarken nasıl bir ortam ve ilham beklersiniz?
Ercüment Cengiz: 3. Soru için şunları söyleyebilirim; tamamıyla sessiz yarı karanlık bir odada yazmayı tercih ediyorum. Genellikle bu sabah 4:30 beş ile başlayıp 11’e kadar sürüyor ve ilham dediğimiz o ne olduğunu nasıl bir şey olduğunu hiç kimsenin görmediği bilmediği şey ise benim için çok fazla anlam yükleyebileceğim bir öge değil çünkü romanlarımı önce uzun bir periyotta kafamı tam olarak toplayıp bir bütün olarak kurgularım sonra onları önceden bölümleri ayırırım sonra da içlerinde doldururum ve o kurguyu kolay kolay değiştirmem bu nedenle bir şeyin sana gelip yardım etmesini beklemem ama ben zaten bir olayın içindeysem dışardan yardımlar kendiliğinden gelir. Unutmayalım ki gelecek olanlar zaten bekleyenlere gelir; daha doğru bir yanıtı Paris revi röportajlarında benim için olan üstü güçlü bir romancı olan William Faulkner vermiş, iyi bir romancı olmak için ne yapılmaması gerekir ve nasıl iyi romancı olunur sorusuna verdiği yanıtla; %100 yetenek işidir der şaşırtıcı bir başlangıçla, sonra devam eder ; %100 disiplin ve %100 çalışmak. İşte buradan da anlaşılacağı üzere akıllı romancılar diye Umberto Eco’nun kategorize ettiği romancılar da genellikle böyle çalışıyorlar. En ince ayrıntılarla her kelimenin her cümlenin belli bir ses armonisi ile işlendiği bir sayfayı çok çalışmadan, inatla ve hiç sıkılmadan belli bir disiplinle yazabilirsiniz.
Suna Baykam: Doktorluk hayatınızı ve yazdığınız saatleri nasıl takip ediyorsunuz?
Ercüment Cengiz: 4. Sorunuza gelince bir şey yazmak isteyen herhangi biri her yerde her koşulda her mekanda yazabilir çünkü özellikle roman denilen bu güçlü ve anlatım dillerinin en özeli sadece ve sadece deli bir tutkuyla mümkün olabilir aslen de roman yazmak akıllı bir insan işi değildir özellikle de ilk romanlarını yazmak için masa başına geçen insanlar için düşünsenize bir roman yazmaya başlayacaksınız daha önce hiç bir roman yazmamışsınız belki de hiçbir şey yazmamışsınız koskoca iki ya da dört yılınızı karanlık bir odaya gömülüp bitirmeye çalışacaksınız sonra da onun basımını bekleyeceksiniz sonra da okuyucu okuyucuya ulaşmasını bekleyeceksiniz ya bunların hiçbiri olmazsa ortalama dört yılın sonunda belki tamamlayamadığınız yüzlerce sayfayla baş başa kalacaksınız işte bütün bu romancılar. Bu eziyetli işe sadece tutkuyla bağlı oldukları için başarılı olabilirler çalışma saatlerim yukarıda yazdığım gibi elbette araya bir Jinekoloğu olduğum için sıra dışı haller devreye girebilir herhangi bir mesleğe sahip olmak bence kararlıysanız romancı olmaya engel olamaz. Tutkuyla aşık olduğunuz birinden nasıl kolayca kopamadığınız gibi bir hastalıklı bir aşık gibi.
Suna Baykam: Gelecek projeleriniz vardır. Bizlere en yakın nelerden bahsedebilirsiniz?
Ercüment Cengiz: Gelecekte elbette projeler var bence bitirmekte olduğum bir çeşit Anadolu trajedisi diyelim buna. Sonrasında da Gırnatacı ve Çellocu’nun Üçlemesi kabul edecek yine müzik yine müzik yoluyla bambaşka bir derdi içerecek bir üçleme planı var.
Suna Baykam: ” Yazmaya Devam Et ” kitabınızdaki en çarpıcı tavsiye hangisi?
Ercüment Cengiz: Önce sanki üçüncü romanı yazarmış gibi planladım; epigrafiler bu sanata olan ilgimin bir yolu gibi Gırnatacı’nın başlığı doktorun roman yazma ve roman sanatı için ve benim için en çarpıcı sözüyle başlar. Şöyle söyler doktor; roman yazmak karanlık bir yolda araba kullanmaya benzer ama bütün hikâye de bu yolda geçecektir şimdi bu roman yazma üzerine söylenmiş benim için en önemli sözdür; evet böyledir karanlık bir yolda araba kullanırken sadece farlarınızın aydınlığı aydınlattığı kadar görürsünüz ama bütün hikâyede bu yolda geçecektir bir diğeri Turganyev’in o çok önemli lafı yine romanımın üst başlığı bundan sonrasına ancak bir müzik parçası anlatabilir dedi o ünlü ilkbahar selleri romanın sonu. Umarım neden ilk iki romanın müzikal zeminde yazıldığını anlatmayı başarmışımdır Suna.
Yazmaya Devam Et de ise bir romanın nasıl yazılabileceğini nasıl okunabileceği gibi çok ince bir alt bir alt yapıda edebiyata hizmet etmek gibi bir çabam oldu oradaki en önemli şeyi seçmen kolay değil ancak ilk aklıma geleni şöyleyim aşık olduğu editörün bir kalp cerrahına söylediği o önemli söz gündelik hayatta kimsenin görmediği önemsiz gibi duran saçma sapan ayrıntıları anlamlı bir biçimde birleştirmeye imkan tanıdığı için roman kuvvetli bir sanat dalıdır.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı 45. yıl etkinliğinde Saint Petersburg filarmoni orkestrası ve dünyaca ünlü bir çellist Andreya eşliğinde konser öncesi programında da belirttiğim gibi romanlar en çok senfonileri benzer ancak benim için bazı romanlar aynı zamanda sonu kahırla biten acılı bir arabesk şarkılarını da benzeyebilir çok duygulu bir sanat musikisi bestelerine de ama ben en çok romanları ki en vurgulu yer bence nerede başlayıp nerede bitireceğinizi bilemezsiniz caz şarkılarına benzer malum hiçbir caz şarkısı bir Formula çalmaz o gece saksafoncunun kafası daha iyidir ve doğaçlamayı uzatır kimse diğer standartlarda yapılmış. Müzikler gibi sonu belli olan bir şey beklemez aynen romanlarda ve hayatta olduğu gibi…
Suna Baykam: Sosyal medya hesaplarınızı sizi takip edebilmeleri açısından Sosyete Art sevenleri ile paylaşır mısınız?
Ercüment Cengiz: Sosyal medyada Instagram ve YouTube dışında bir alan kullanmıyorum. Takipçilerim oradan devam edebilirler.
Suna Baykam: İçinizdeki sanatçıyı tarif eder misiniz? Teşekkürler
Ercüment Cengiz: Geldik en zor soruya. Bir yazarın sanat anlayışı bence okuyucuya sorulmalı çünkü biz sadece algıladıklarımızı kelimelere döküyoruz kararı okuyucular veriyor ama zorlarsan şöyle izah edebilirim en temel mottom Mevlana’nın ve Montaigne benden önce söylediği gibi şu cümle her insanda insanlığın bütün halleri vardır roman yazmak tatil anlayışım bu aslında bütün işimiz. İyi ve ahlaklı bir romancı olabilmemiz için başkalarını anlamış olmaktan geçer tıpkı Borges’in o müthiş sözü gibi sanat en yalın haliyle başkalarını anlayabilme işidir sohbeti bitirmek için en güzel yere geldik romancılarla siyasetçiler arasındaki farkı siyasiler sadece taraftarlar üzerinden işlerini yürütürler karşı tarafı dinlerler ve taraftarlarına hitap ederek işlerini yürütürlerse dürüst ve iyi romancılarsa… Ötekilerini bir başkasını mı başkalarını anlamaya çalışarak romanlarını yazmak isterler tıpkı Borghese söylediği gibi başkalarını anlama çabamız yani Pamuk’un çok güzel özetledi gibi hiç kimsenin haklı olmadığı alanlarda dolaşabilme özgürlüğümüz son dileğim şu. Keşke tüm dünyadaki siyasetçiler dâhil bütün siyasiler daha çok daha çok konsere gidip konseri izleseler, daha çok konser izleseler, daha çok galeriye gitselerdi. Bir heykelin önünde uzun uzun kendilerini dinleselerdi, sinemada tiyatroda ve romanlarda başkalarının ötekilerin kendinden olmayanların yerine5 dakika kendilerini koysalardı emin olun seçimler yaklaştıkça öfkeyle konuştukları kürsülerin mikrofon topuzlarında çok daha az tükürük damlacıklar olurdu.